Körlük, genç bir adamın trafikte arabasının içinde ışıkları beklerken aniden kör olmasıyla başlıyor ve onu direkt veya dolaylı olarak gören herkese hızlı bir şekilde yayılım gösteriyor. Bunun bir salgın olduğunu keşfeden hükümet, bir çözüm bulamadığından ilk kör olanlar ki bunlar yaklaşık 200 kişi, bir deli hastanesine karantinaya alıyor ve kitabın asıl akışı başlamış oluyor.
Karantina, eminim bu kelimeye hepimiz artık aşinayız. Fakat bu okuyacaklarınız, adeta cehenneme açılan bir kapı gibi. Anladığım şu ki 200 kişinin tamamının kör olduğu bir toplulukta bile, güç güçtür ve güçlü olan her zaman hakim olmak, ezmek ister. İnsan görülmediğini bildiğinde, insanlığını bir kenara bırakıp hayvanlaşmaktan hiç çekinmez. Hatta kendi yaşamında belki de yüzlerce kez kınadığı hal ve hareketleri, ahlaksızlıkları, pislikleri çok olağan bir biçimde hatta zevkle yapar.
Kitabı okurken kimi zaman kendimi doktorun karısıyla tek beden olup, sorumluluk altında ezilip bu yükü omuzlarımdan atmak isterken, kimi zaman da o körlerden biri olup düşmeden merdiven çıkmaya, karnımı doyurmak için bir kaç lokma ekmek bulmaya çabaladım. Bu kitap beni zihnen çok yordu. Hatta kitap bittikten sonra ya okuyanlara da bulaşsaydı acaba halimiz ne olurdu diye düşünmeye daldım.
Okunmaya değer bir eser arkadaşlar. Çok akıcı ve içine hapsedenlerden. Bu sebeple tavsiyelerim arasında olacak bundan sonra.
Okuyunuz okutturunuz.