İki ahşap çerçeveyi balmumuyla sıvadı, üstlerine Girit kıyılarında beslenen büyük deniz kuşlarından topladığı uzun uçlu, geniş ve beyaz tüyleri yapıştırdı. İki takım kanat ortaya çıktı. Daidalos birini kendi kollarına, birini de oğlunun kollarına bağladı. Knossos kıyısının en yüksek kayalığının tepesinde durup atladılar.
Okyanus esintileri onları yakaladı, havada süzüldüler. Doğuya doğru, doğan güneşe, Afrika'ya doğru gidiyorlardı. İkaros haykırdı, artık genç bir adamdı ve özgürlüğü ilk defa tadıyordu. Babası onun daldığını, havada döndüğünü görünce güldü. Çocuk iyice yükseldi, gökyüzünün uçsuz bucaksızlığından, omuzları üstündeki güneşin pervasız sıcaklığından gözleri kamaşmatı. Babasının ihtar çığlıklarını duymadı. Balmumunun eridiğini fark etmedi. Tüyler çerçeveden ayrıldı, Ikaros da onların ardından boğucu dalgaların arasına düştü.
O tatlı çocuğun ölümünün yasını tuttum ama inatla kanat çırpmaya devam eden, o çaresiz kederi ardında sürükleyerek ilerleyen Daidalos için daha fazla yas tuttum.