Ey güzel! Gözlerin fitne çıkarmada kaşlarınla işbirliği mi yapıyor ki bu derece gamzeli bakışların var. Gönlüm zülfüne asılmaya can atıyor, acaba canbaz (canıyla oynayan) olmasın. Bizi ayrılık derdine salman, sakın lütuflarına başladığın manasına gelmesin. Bu lütuflar acaba ne ola ki, işve mi, eziyet mi, naz mı ki.
Gönüller avlamak konusunda biricik olduğunu bütün dünya bilir. Aman dikkat et, sakın adaletsizliğini de herkes duymasın. Seninle biliş iken şimdi yabancılık göstermenin sırrını bir türlü çözemedim. Ne ola ki, işve mi, eziyet mi, naz mı ki.
Aşk ateşine yakmadığın hiçbir şey kalmamışken benim gönlümün yanmasının lafı mı olur. Aşk zincirini takmadığın boyun mu bıraktın sanki. Hepsi tamam da, beni görünce yüzünü döndürüp bir kerecik bakmadığın ne ola ki, işve mi, eziyet mi, naz mı ki.
Bu Selim kuluna durmadan ayrılık eziyeti göstermen de, bunca sadakatini aşk yolunda yalana döndürmen de, hatta yüzünü gösterip sonra yine gizleyivermen de ne ola ki, işve mi, eziyet mi, naz mı ki.
Eğer dinler isen haber vereyim,
Akıl casusa ne der göstereyim.
Kanaat şehre gelip tahtı aldı,
Haramiler ise yollarda kaldı.
Çıkarlar dağ başına yol kesmek için,
Bırakmazlar yolcuyu yola gitsin.
"Bu kanun gibidir. Büyük balık küçük balığı yemekten vazgeçer mi? Şahin avından, kurt kuzusundan vazgeçer mi?"
(...)
"Kim bilir, kim bilir," diyordu, " Belki... Gün ola, harman ola... Belki... Umut kesmek insanlığa aykırıdır."
Yalnızca yazdıklarımın içeriğinin değil, yapmaya, kurmaya çalıştığım şeylerin de doğru anlaşılmasını isterim öncelikle. Ola ki becerememişimdir; ola ki gücüm, yeteneğim, aklım, dünyam, hünerim, marifetim yetmemiştir niyet ettiklerimi, göz koydukları mı gerçekleştirmeye; ama neyi, neden, ne maksatla yaptığımın anlaşılmasını; çıktığım yolun görülmesini isterim. Yoksa, hayatı erken tanımışların bileceği gibi, sevmek de, sevilmek de pek çabuk yer değiştiren şeylerdir. Sevilmeye fazla yaslanmanın sahibine zararlarını bilir, sezerim.