Bilindiği üzere Mekke, ekonomik yönden dışa bağımlıydı. Buna rağmen Kureyş'in kurduğu ve yönettiği ticari sistem neticesinde Mekke bölgenin en zengin şehri olmuş; Kureyşliler de adeta coğrafyanın tek hakimi konumuna gelmişlerdi. Ticari zenginliğe bağlı olarak riba ve tefecilik yayınlaşmış; mevcut ekonomi ve kabile düzeninde zenginler daha da zenginleşirken, toplumun alt kesimini oluşturan yoksullar, kimsesizler, zayıflar, köleler daha da kötü bir duruma düşmüşlerdir. Ancak Kureyş, kendi fakirlerini en azından doyuruyordu. Nitekim İslam öncesi dönemde misafirperverlik, akrabayı gözetmek, yoksul ve çaresizi korumak övülen davranışlar arasındadır. Toplumda böyle bir kabulün olması da bu tür tutumların sadece teoride kalmadığı, günlük yaşamda da karşılık bulduğunu göstermektedir. Tabii yine de bütün toplumun, "fakire yardım etme" ekseninde bir araya geldiği şeklinde bir genelleme içerisine giremeyiz. İleri gelenlerden olup kibir ve kötü ahlak ile tanınmış olan bazı isimler, toplumun zayıf kesimine karşı son derece acımazsızca hareket etmeye devam etmişlerdir. Kur'an, "yoksulu doyurmaya teşvik etmemeyi" (107/ Maun, 3)o toplumdaki birilerinin vasıfları arasında saymaktadır ki, bu bile başlı başına mevcut duruma dair önemli bir göstergedir. Bu yüzdendir ki, daha Mekke döneminde Kur'an yardımlaşmayı, fakirleri gözetmeyi İslam ile şirk arasındaki farklardan biri olarak teyit etmiştir. Neticede Mekke'nin ekonomik sisteminde zenginler tarafından dönem dönem karınları doyurulan yoksullar bulunmaktadır ve Kur'an ilk andan itibaren bu kişilere karşı olumsuz tavır içerisinde olanları ciddi anlamda eleştirmiştir.
Bir süredir Ferrari'sini Satan Bilge adlı bir kitap var vitrinlerde. Kitabın içeriğine elbette ki saygı duyuyorum, bir eleştirim yok. Ancak kapak-içerik mantığını bir irdeleyelim. Bence bu kitabın kapağına baktığınızda içeriğini tahmin edebiliyoruz, şöyle ki: Kavuniçi harmani giymiş bir erkek gözüküyor kapakta. Büyük bir ihtimalle eserin kahramanı olan batılı, maddi değerlere sırt çevirip manevi değerlere yönelmiş, Ferrari'sini satıp Budist olmuş. Olabilir. Ancak bu olaya birinci bakış tarzıdır. Söz konusu kitaba ikinci bakış tarzımız şu olabilir mi? Kitabın kahramanı, maddi değerlere pek de sırtını çevirememiş. Ferrari'yi ne yapmış, satmış. İyi de niçin bir fakire hediye etmemiş veya bir hayır kurumuna hibe etmemiş? Satış, maddi dünyaya ilgiyi gösterir. Pazarlıksız satış olmasa gerek; satarken muhtemelen pazarlık etti. Bir ihtimal de şu ki, parayı bir bankaya filan koydu, Nepal'de hevesi geçtiğinde geri dönüp Ferrari'sini tekrar alacak.
Reklam
ESMÂ’ÜL HÜSNÂ ŞERHİ
O’nun birinci ismi, isimler sultânıdır; Her ânın, her mekânın, her cânın cânânıdır. Kur’ân’da ilk âyetin, başlangıç kelâmıdır, Her zerre “ALLAH” diye, O’nu söyler durmadan.. Vârettiği herşeyi, ayırdetmeden gören, Her şeye adâletle, hayır ve rahmet veren, Her mahlûkâ acıyan, ve çâreler gönderen, Sonsuz merhametiyle, âleme RAHMÂN dır
Kadın: - "Senin Allah'ın adil mi?" Hz. Davud : -"O asla zulüm etmez. Ne oldu ki?" Kadın "Üç tane küçük kızı olan ve kocası ölmüş birisiyim. Üç gün önce bir tane ceylan yavrusu vardı elimizde, onu büyük bir deriye sararak satıp pazardan evlatlarıma yiyecek alacaktım ki yolda büyük bir kuş gelip onu alıp gitti. Şimdi ben ne yapacağım. Çocuklarım aç. Hem ceylan hem de o büyük deri elimden gitti, diye yakındı Peygambere. Onlar konuşurken kapı çaldı ve içeriye on tane tüccar girerek Hz. Davut'a bin dinar verip 'Al bunu hak eden birisine ver, dediler. Hz. Davut, 'Hayrola bu nedir?' diye sorunca 'Denizde bir kayıkla yolculuk yapıyorduk ki ansızın fırtınaya tutulduk ve kayığımız hasar gördü. Günlerce aç ve çaresiz gezerken şöyle dedik: "Eğer Allah bizi kurtarırsa adam başı yüz dinar bir fakire yardım edelim. Bu sırada bir kuş tepeden denize bir şey bırakıp gitti. Baktık ki deri parçası ve içinde de ceylan. Hem kayığın hasarlı kısmını deri ile kapattık hem de ceylanı yiyerek ölmekten kurtulduk" dedi bir çırpıda. Hz Davud bin dinarı alarak o kadına verdi "Rabbin senin için hem karada hem de denizde ticaret yapıyor ve sen ona zalim mi diyorsun?"
Sayfa 122Kitabı okudu
Kimlerle oturup kalktığımıza önem verelim..
AHMAKTAN KAÇ! Hazret-i İsa, sanki kendisini bir aslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçıyordu. Adamın biri, bu hâle hayret ederek ardından koştu ve şöyle seslendi: “–Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok!” İsa -aleyhisselâm- o kadar hızlı koşuyordu ki, acelesinden adamın suâline
Sayfa 13
ÖNSÖZ: Sunuş H. - Hüseyin Top
Mesnevî-i Şerif. 26.000 beyt civarındadır. 'Civarındadır' diyorum, çünkü bu nüsha farklılığı beyitlerin sayısında da farklılıklar meydana getirmiştir. Böyle devasa bir eser istinsah edilip tekrar tekrar yazıldıkça bazı beyt atlamaları olmuş, bazı kelimeler de farklı yazılmıştır. Bunlarda bir kasıt ve art niyet aranmamalı ama hâdise budur. Mesnevî-i Şerif, pek çok kimse tarafından tercüme ve şerh edilmiştir. Bunların bir kısmı işlerini tamamlamışlar, bir kısmı da şu veya bu sebeple eksik bırakmışlardır. Meselâ, İsmâil Hakkı Bursevî, 'Rûhu-l Mesnevi'l adındaki Mesnevi Şerhini 748 beyt ile noktalamış, çünkü ömrü vefâ etmemiştir. Dili biraz ağırca olmakla berâber, müstesnâ bir eser olan 'Ruhu'l Mesnevi' fakire göre bu konunun şâheseri olup, Bursevî de bu işe soyunanların baş pehlivanıdır. Yarım kalan diğer Mesnevi Şeriflere örnek olarak Kenan Rıfâî Efendi ile Mehmed Muhlis Koner'in çalışmalarını zikredebiliriz. Yukarıda adı geçen Tâhir'ul Mevlevi'nin 'Serh-i Mesnevî'sinin yanısıra Süleyman Nahîfî'nin ve Ahmed Metin Şahin'in nazmen Mesnevi tercümeleri, Ankaravî'nin, Sarı Abdullâh'ın ve Âbidin Paşa'nın Mesnevi tercüme ve şerhleri mevcuttur. Bunlardan başka, Feyzi Halıcı da Mesnevî'nin ilk bin bir beytini şiir hâline getirmiştir. Ahmed Avni Konuk ile Abdulbâki Gölpınarlı Hoca'nın da Mesnevi tercüme ve şerhleri mevcut olup, daha nice su yüzüne çıkmamış tercüme sâhibi, nice gönül kahramanları bu vâdîde çaba göstermiş, hizmet vermişlerdir. Allah hepsinden hoşnut olsun.
Sayfa 17 - RUMİ YAYINLARI 1.Baskı - Ocak 2011 - KonyaKitabı okudu
Reklam
Kötü Bülbül
Çok çok eski tarihlerde kaleme alınmış olan bu hikayenin adı "Bülbülün İntikamı"dır. Yazılması, basılması, satılması yasak olduğundan zamanla unutulmuş, ortadan yok olmuştur. Ama bilirsiniz "yokluk" bir mertebedir ki ona ulaşmak her babayiğidin harcı değildir. Bu fakire nasip olmuş.
Sayfa 128 - Dergâh
Esmâ binti Ebû Bekir (radiyallâhu ânha)
Esmâ bint-i EbûBekir radiyallâhu anhâ Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem efendimizin baldızı!.. Hazreti Âişe annemizle baba bir kardeş! Hicret esnasında hizmetten firâseti, becerisi ve iş bilirliği ile meşhur bir hanım sahâbî! "Zâtunnıtakayn" lakabı ile tanınan, dünyada iken cennet kuşağı giyebilme müjdesine nâil olan bir iman
Geçende, yayla civârında bir ufak cevelân Bahânesiyle, bizim eski âşinâlardan Bir attarın azıcık gitmek istedim yanına, Ki her zaman beni da’vet ederdi dükkânına. Biraz musâhabeden sonra söktü müşteriler: – Ver ordan on paralık zencefil, çörek otu, biber. Geçenki beş para borcumla on beş etmedi mi? – Silik bu yirmilik almam... –
Her şeyden önce İttihat ve Terakki’nin Türkçülüğü korumak, yükselmesi için çaba vermek, ilkelerinin en başında gelir. 1908 kongresi kararları içinde bu olgu önemli bir yer tutar. 1911 nizamnamesinde ise bu amaç için (13 maddesi) gece mekteplerinin açılması ve faydalı kitapların neşredilmesini ilke olarak benimser. İzmir şubesinin kurduğu Milli
Reklam
Derin sularda yalnız bir mümin: Garaudy 1
Yıldız Ramazanoğlu son aylarda Roger Garaudy okumaları yapmakta idi. Okumalarının sonucunda Garaudy’nin Türkçedeki mütercimi Cemal Aydın ile uzun, dolu dolu bir söyleşi gerçekleştirdi. Garaudy üzerine yapılmış bu derinlikli ve ne yazık ki bir “ilk” olan önemli söyleşiyi sizlere sunuyoruz. Cemal Aydın, 1948 Isparta, Şarkikaraağaç doğumlu. İstanbul