" Herkes fıtık olmuş bu şehirde. Otobüslerin bile kamburu var. Asfalt hepimizden bıkmış. Yorgunlar yokuşlardan çıkarken iyice dertop oluyor. Renkler sulanmış. Su karışmayan tek şey kan son günlerde. "
Daha önce Olivya Çıkmazı'nın karanlık güzelliğinden etkilendiğim Nazlı Karabıyıkoğlu'nun ilk öykü kitabı "İskele".
Kitap, yazarın babasına ithafıyla başlıyor. Ve o ithaf sadece sözde değil. Öykülerde hep bi' baba teması var; güçlü, güven veren, sevgili bi' adam vardı.
Hikâye benim çok özendiğim, sevdiğim ama zor bulduğum bi' türdür. Samimiyeti, olaylar halinde akıtabilmek, okura temas edebilmek güzel, harika bi' şey. Bazı öyküler elimden tutarken, bazıları beni sıkıca sardı bu kitapta da. Özellikle ikisinden bahsetmek istiyorum: Dönme Dolapta Yedi Dakika ve Geceötüşlükuşlar.
Dönme Dolapta Yedi Dakika bi' insanın tv kumandasıyla olan bağını anlatıyor. Televizyonun açılışı, "yalnız"lığa ortak oluşu, kişinin bilmediği, alakasız olduğu siyasetçi, oyuncu, şarkıcı, sunucu nice insanla kurduğu çöpten ilişkiyi anlatan komik, hüzünlü bi' hikayeydi.
Geceötüşlükuşlar ise çok "daha"ydı. Tesadüfen hikayeyi sesli okuyordum ve okurken içime yayılan his, direkt ben nerde rastladım buna oldu. Hikâye tam anlamıyla Zeki Demirkubuz'un Masumiyet'inden bi' parça gibi. Hikayedeki başkarakterin adının Bekir olması, filmle hikaye arasındaki bağ fikrini güçlendirir nitelikte. Yazar bunu bilerek mi, bilmeden mi kurgulamış bilmiyorum ama aktarılmak istenen bi' his varsa eğer, o kesinlikle geçiyor karşı tarafa. Derbeder, anıştırmalı, kader mahkumu olan hikayedeki Bekir'in hayatındaki/hayallerindeki baba ise "Orhan Baba"ydı.
Samimi ele alışları, ilginç cümleleriyle yeni parıldayan yazarlardan Nazlı Karabıyıkoğlu. İskele'sini okuyup tanışmanızı tavsiye ederim.
Bir öykünün giriş cümlesi olabilmeyi istedi. Öykü bittiğinde okuyucunun dönüp tekrar okuduğu, belki çantasından çıkardığı deftere not ettiği o cümle...
Hayatın akışını en çok, kalpsiz zaman kesitlerinin vuruşları değiştiriyor. Bu yüzden boşluğun sesini dinlemek, insana vuruşlardan saklanmanın çaresiymiş gibi geliyor.
Herkes fıtık olmuş bu şehirde. Otobüslerin bile kamburu var. Asfalt hepimizden bıkmış. Yorgunlar, yokuşlardan çıkarken iyice dertop oluyor. Renkler sulanmış. Su karışmayan tek şey kan son günlerde.
Yazdığımız her sözcükle başkasının malı haline gelen ruhumuzu ayakta tutabilmek için nasıl çabaladık bunca yıl, şaşıyorum. Çok açken ve biri bakarken yemek ne kadar sıkıntılıysa, yazmak, üretmek de öyleydi.
Az ötemde bacak arasını yalayıp duran kedinin kürküne yüzümü sürsem. Yapamam. Bitlidir. Ben ki, ilkokul yılları boyunca, altmış kişilik sınıfta bitlenmeyen biriyimdir.
Öykücüklerden-ufak öykülerden- oluşan bir eser. Bu öykülerde oldukça ilgi çekici ve enteresan. Bol bol detaylarla dolu. Ekstra betimlemeler ve insanın iç dünyasına bolca inmeler yapmış yazar.