Onlar iyiliği görev gereği değil, cennete gitmek için de değil, cehennemde yanmamak için de değil, başkasına hoş görünmek için de değil, içlerinden geldiği için yaparlarmış.
Papa Eftim'in vefatı Türk basınında geniş çapta yer bulur. 19 Mart 1968 tarihli Milliyet gazetesi Papa Eftim'in ölümü ile ilgili bir yazısında bu büyük dava adamından şöyle bahseder:
"Yanık yüzlü, temiz yürekli, kadife bakışlı bu Orta Anadolu çocuğu Ortodoks olarak doğmuştu. Büyük din cereyanlarının çatıştığı Küçük Asya'da
«İçine bakarak yeniden sustu. Hatırladı: denizden başka alanı olmayan hafif dalgayım, tartışıyor, kayıyor, gülüyor, veriyor, uyuyorum ama ah benim, hep içimde, hep içimde. Bu ne zamandandı? Çocukken mi okumuştu? Düşünmüş müydü?»
Ne zamanın bittiği noktayı düşleyebildiğimiz ne de mekanın çevresine kısıtlı bir sınır koyabildiğimiz için pek başarılı olmasa da, hiç yoktan iyidir diye, onların sonsuz ve uçsuz bucaksız olduklarını 'düşünmeye' karar vermişiz. Ama bir şeyi sonsuzluk ve sonu olmayan diye var saymak, sınırlı ve sonu olanı mantık ve matematik bağlamında yadsımak ve ikisini de birbirine orantılı olarak sıfıra indirgemek anlamına gelmez mi? Sonsuzlukta art ardalık, sonu olmayanda da yan yanalık olası mı? Bizim uydurma sonsuzluk ve sonu olmama varsayımımız uzaklık, hareket ve değişiklik kavramları ya da evrende sonu olan cisimlerin varoluşuyla bile nasıl çakışır? Sen yine de durma macasına sor bakalım!
Yerin od etmedik kim vardır erbab-ı muhabbette
Semenderler gibi uşşak da sükkan-ı ateşdir
(Aşka gönül düşürüp de yeri ateş olmayan, yanmayan olur mu hiç. Aşık için yanmak mukaddestir. Aşık -efsaneye göre- ateşte yaşayıp ancak orada rahat eden semenderlere benzer.
«Evet, diye düşündü mesafeli, ona bakarak -bedene ölüme doğru eşlik eden yok olmayan şeyler var, sanki onlarla doğmuş gibi. Ve bunlardan biri de bazı zamanları birlikte geçirmiş bir adamla kadın arasında yaratılan şey.»
"O merakı giderecek olan sensin oğlum. Zaman ve mekanı değerlendirecek, sebeplere ve sonuçlara bakarak... Hislere, tecrübeler ve duygulara bakarak... O merak ancak sevgiyle giderilir. Âlemde sevgiden öte bir korkuda yoktur. Sevgiliden korkmak, korkunun en yüksek derecesi, sevgiliden umut etmek umudun en yüksek kertesidir. Sevgilisi olmayan biri, yaşadığını sansa da yürüyen ölüden ibarettir!.. "
Makyavelizm, "amaçlarına ulaşmak için, başkalarını soğuk bir biçimde maniple etme eğilimi"dir. Adını İtalyan siyaset filozofu Machiavelli'den alır. Machiavelli insanları maniple etmeye dair taktikler yazmıştır. 1532'de yayımlanan "Prens" isimli kitabında şöyle söyler:
"Şefkatli, sözüne sadık, saf ve dindar görün."
Bu sözlerle Makyavelizm'in temelini özetler Prens. Makyavelist, hedeflerine ulaşmak için manipülasyonu esnek ve stratejik bir şekilde kullanmalıdır. Özetle istediğini elde etmek için her yola başvurur, temel ilkesi de şudur:
"Amaç, aracı haklı çıkarır."
Machiavelli daha da ileri gider; krallara güçlerini güvence altına almak için zalimce ve ahlaka uygun olmayan tavsiyeler verir:
"Gerekirse siyasi rakiplerinizi infaz edin."
Hayat can sıkıcı bir tuzaktır. Düşünen bir insan olgunluğa eriştiğinde ve tam bir bilinç kazandığında kendini istençsiz olarak sanki çıkışı olmayan bir tuzağın içindeymiş gibi hisseder.
Kamusal alan tartışmalarına değinen Aktaş, İslami bakış açılarına ait olmayan kabramların, Müslümanların gündemine sokulduğunda, zihinler ve talepler bu kavramlar içine dahil olduğunda 'özgün' dünya algısının omurgasız, dayanaksız bir şekil almaya başladığını vurgulayarak, sistemin kasıtlı olarak Müslümanların gündemine soktuğu algılama biçimleriyle yola çıkıldığında, artık karşılık bulamayan 'kamusal talepler'in, özel hayatlara depresyon olarak döndüğünü söylemektedir.(Aktaş,2001,s.10)