Distopik bir ülkeye hoşgeldiniz..
Lütfen girerken hayallerinizi, umutlarınızı ve insanlığınızı çıkarmayı unutmayın. Ama eğer ki unutacak olursanız, zaten kısa zamanda hepsini çöpe atacaksınız..
Yollarda yürürken dikkat edin, her an yanınızdaki binanın tepesinden atlamış bir insanın cesedi önünüze düşebilir. Bunu garipsemeyin, biz artık garipsemiyoruz. Ölmek, yaşamaktan daha normal buralarda..
Eğer bir evin yoksa, sokaklar evin olacak. Hemen garipseme, bu şehirdeki çoğu insanın(!) evi sokaklardır..
Şehrin dış taraflarındaki ceset yakan fabrikalar, her gün sokaklardan ceset toplayan arabalar, ceset soyucular, çöp toplayıcılar, hazine bulucular, dışkı toplamaya gelen arabalar, yemek alabileceğin tek yerde oluşan uzun kuyruk.. Zamanla hepsine alışacaksın. Hangi insan bunlara alışır diye düşünme. Yaşamak ve insan kalmak arasında kaldığında ve yaşamak ağır bastığında zaten alışmış olacaksın..
Şimdi girdiğin bu son şeyler ülkesinden nefret ettin, korktun hatta belki de iğrendin değil mi? Geldiğin gemiyle geri gitmek istiyorsun buradan değil mi?
Üzgünüm..
Bu ülkenin girişi olsa da, bir çıkışı yok..
Araştırma yapmak üzere Son Şeyler Ülkesine gönderilen gazeteci ağabeyinden bir daha haber alamayan ve onun peşinden giden Anna Blume'un yazdığı uzun bir mektup bu kitap..
Mutlaka okunmalı mı yoksa okunmasa da olur mu bilemiyorum ama bu kusursuz kurgulanmış distopik ülkeyi görmeye değer..
Umarım kusursuz kurgulanmış fakat kusurlarla dolu bu ülkeyi güzel anlatabilmişimdir.. ^^
Keyifli okumalar...