Sürekli mutluluk içindeki acısız hayat artık insan hayatı olmayacaktır. Olumsuzluğun peşine düşen ve onu dışarı atan hayat kendini geçersiz kılar. Ölüm ve acı birbirine aittir. Acıda ölüm önceden hissedilir. Acıyı yok etmek isteyen ölümü de ortadan kaldırmak zorundadır.
İnsan hangi yaşta olursa olsun ve ne kadar ilime sahip bulunursa bulunsun ve dünyayı ne kadar unutursa unutsun yakınında birileri ölünce ölüm denen Sırrı kavramaya başlıyor. Elbette ki ölüm sırrının hak olduğunu ve Allah'ın emrine karşı gelinmeyeceğini biliyor ama yine de hüzün ve hasret bir yandan yakıyor canını. Her gelenin gideceğini, her doğanın öleceğini ve her başlayanın biteceğini bilirim elbette. Lakin yine de insan kendini elsiz, kolsuz, dilsiz, sessiz kalmış gibi hissediyor. İçinde bir acı var, yalnızca "Allah" dediği an hafifliyor. Asla ölüme İsyan değil bu dediklerim, sadece Hasret...
Ama Vuslat var yine de ve bunu bilmek dahi içindeki ateşe bir yağmur gibi dökülüyor.
Esenlik Bildirisi
Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir
Duygular paketlenmiş, tecime elverişli
gövdede gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir
gazeteler tutuklamış dünya kelimesini
o dünyadan, o şiirden öcalmalı demektir
Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tikiz
öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir
Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır
kin, susturur insanı; adına çıdam denir
susulunca tutulan çetele simsiyahtir
o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir
Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın
ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir
haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın
yaşamak bir sanrı değilse öcalınmak gerektir.
Hasan'dan gelen rivayete göre, Resûlullâh (sav) ölümün getirdiği tasadan, acı ve sıkıntıdan söz ederek şöyle buyurmuştur: "Ölümün verdiği acı, bir kılıç darbesiyle üç yüz defa vurulmaya benzer. "
Hatıraları vardır insanın; düşünürken duygulandığı... O
güzel hatıralardan çoğunlukla acı ve hüzün rüzgarları eser. Yaşarken bir saat süren mutlu bir hatıra, bazen ölünceye kadar
esef kaynağıdır. Ölüm gelip insanın sevdiği birini aldığı zaman
başlayan acı dinmek bilmez. Onunla birlikte ne kadar güzel
günler geçirdiyse, aniden başlayan kopuş acısı, gitgide azalsa
da ölünceye kadar sürer. Maziye doyamamıştır. Eski mutluluklarına doyamamıştır. Dünyadaki hiçbir şeye doyamamıştır.
Ama o mutluluklar, onlara doyamamış olmasına aldırmadan,
ondaki saadet ihtiyacını giderip gidermediğine bakmadan,
onu terk edip giderler.
Freud, "büyük" Fechner'den, insanın "sefaleti"nin yanı sıra, nefs enerjisi, haz/acı, devamlılık ve tekrarlama kuramlannı dev raldı. Ona göre nefsle ilgili her süreçte hem eros hem de tanatos vardı. Eros (sevgi dürtüsü) daha büyük birimler oluşturmak is terken, tanatos (ölüm ve yok etme dürtüsü) tam tersini amaçlı yordu. Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta, bu dü şünürlere göre tanatos'un eros'a göre daha temel bir ilke olduğuy du. Böylece ölüm, yok olma ve yok etme dürtüsü; "finis-son" ol manın ötesinde "telos", yani "nihai hedef' haline dönüşüyordu!
Çanakkale müstahkem mevki komutanı albay Şevki Bey'in yaveri Mehmet Ali Bey dün gece, Ada'ya giden son vapurda, eldivenlerini, kalpağını bir de kapalı büyük zarfı saltanat hanedanına mahsus kamarada bırakarak vapurun burnuna gitmiş, kafasına bir kurşun sıkarak kendisini denize atmış tır. Bütün aramalara rağmen cesedi bulunamamıştır. Mehmet Ali Bey 21 yaşındaydı. Hayatının son yıllarını cephelerde geçirmiş, Çanakkale'de, Kafkasya'da, Filistin'de kahramanca çarpışmıştı.
Şiirle ve edebiyatla uğraşır çok nazik ve çok duygulu bir Türk subayı olan Mehmet Ali Bey'in ölümü silah arkadaşlarını yürek ten kederlendirmiştir.
"Artık hayatı bırakmak, ölüme sığınmak gerekiyor. Bunun ne denlerini, şimdi, şu satırları yazarken tamamiyle açıklıyabilecek durumda değilim. Kafama üşüşen karanlık düşünceler arasında bunaldım. Kurtuluşu ölümde arayacağın. Aşk. .. Ölüm ... Ve mil liyetime dokunan yaralar... Bu akıl almaz yenilgi... Bir subay ar kadaşla aramızda geçen dünkü konuşma, daha başka nedenler, aylardır olgunlaşan bu ölüm kararım, apansız kolaylaştırdı. Bakı nız 'kolaylaştırdı' diyorum. Çünkü bu benim için yeni bir fi kir değildi. Zavallı Türkler düşman çizmelerinin altına düştükten sonra yaşamak bana önce zor gelmeğe başlamıştı. Sonra imkan sızlaştı. Arkadaşım, savaşta gösterdiğimiz atılganlığın, ölümü hi çe saymamızın aptallık olduğunu delilleriyle saydı döktü. Hiçbir yararlı ödev yapmadan ölüme teslim olduğum için sizden utanı yorum. Yaşamayı göze alan silah arkadaşlarımın benden daha güçlü olmalarını Tanndan dilerim. Ben daha fazla dayanamadım.
Allah size de büyük işler görmeyi nasip etsin! Ruhum Türklerin mutluluğuna elbette katılacaktır. Fakat bunu bekleyip gözümle görmeye gücüm yetmedi. Çok acı çekiyorum. Bu ölüm kararma adım adım nasıl sürüklendiğimi ilişik defterde okuyacaksınız.
Karmakarışık, kırık dökük yazdım. Siz anlarsınız. Beni bağışlayın aziz komutanım, elveda! Bahtsız yaveriniz Üstteğmen: M. Ali."
"Kendini bomboş hissediyordu; hissiz bir kabuktu. Dokunduğu her şeye ölüm ve acı getiriyordu. Tüm evrene yayılabilecek salgın bir hastalık gibiydi bu.
Yaşlıların bilgeliğini, sayısız hayat tecrübesinin toplamını hissedebiliyordu. Sanki içinde kıkırdayıp ellerini ovuşturan biri vardı."
Gölge git, benden uzaklaş! Hiçbir şey başka türlü olamazdı. Ne olursa olsun yine, acı veren başka bir şey bulunurdu. Başka türlü olmakla insanın hayatı daha iyiye yönelmez.
Edebiyat; acı, sızı, keder, öfke ve umut. Edebiyat; zaman, çağ ve insanlık. Edebiyat; unutmaya karşı hatırlama uğraşı. Edebiyat; karanlık ve aydınlık. Edebiyat; Gılgamış. Edebiyat; ölümsüzlük otu, yani umut.