"...insanın hayalinden geçirebileceği en korkunç gerçek karşısında, ölümün biyolojik gerçeği karşısında, en güzel "kahramanlık yaftası"nın bile ne değeri olabilir? Nabzın atması durur, bacaklar katılaşmaya başlar, kesilen bir otomobil lastiğinden kaçarcasına kaçar hava büzülmüş nefes borusundan, yüz bir kuş yüzünü andırır ve birkaç dakika içinde, o zeki, parlak, duyabilen yaratık, gök, cennet ve cehennemin barındırdığı varlık, bütün fizik ötesi üretimi ile, göğe doğru kokuşan bir insan leşine dönüşür. "Ölüm diye bir şey yoktur. Ölenler yaşamayı sürdürürler yine" diye yazmaya koyulur ertesi sabah yazıcı eşekler, hıçkıran bülbüllerle dolu bir göğün hafif ilkbahar rüzgarının tentesi altında..."
''Her yıl,bahar Ağrıdağının üstüne yürürken,dağın yamacındaki Küp gölünün kıyısına o yörenin tekmil çobanları gelirler,kepeneklerini gölün bakır rengi toprağının,kırmızı çakmak taşı kayalıklarının üstüne serip halka olup otururlar. Çobanların her yıl sayısı değişir. Tanyeri ışırken bellerindeki kavallarını çıkarıp Ağrıdağının öfkesini hep birden
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Müminin dünyadaki misali, ceninin anne karnındaki durumu gibidir. Çocuk annesinin karnından çıkınca ağlamaya başlar. İşığı görüp anne sütü emmeye başladığında ise bir daha o mekana dönmek istemez. Mümin de böyledir ; ölümden korkar. Fakat rabbine kavuştuğu zaman bir daha dünyaya dönmeyi İstemez, ceninin annesinin karnina dönmeyi istemediği gibi..."
Ölülerle dirileri ayıran çizgiye benzer bir çizginin bir adım ötesi... Bilinmezlik, acı ve ölüm... Ne var orada? Orada, o tarlanın, o ağacın arkasında, o güneşle aydınlanmış damın altında kim var? Kimdir orada olan? Bunu kimse bilmez, ama bilmek ister. Herkes o çizginin ötesine geçmekten hem korkar, hem bunu ister. Bilirsin ki, o çizgiyi er geç aşmak, ötesinde neyin bulunduğunu öğrenmek zorunda kalacaksın, tıpkı ölümün ötesinde ne bulunduğunu öğrenmek zorunda olduğun gibi. Oysa kuvvetli, sağlam, neşeli ve heyecanlısındır, çevrende de aynı şekilde sağlam heyecanlı hayat dolu insanlar vardır..."
Düşman karşısına çıkan her insan, böyle düşünmese bile buna benzer bir duygu içinde kalır. Bu duygu o an olup bitenlere apayrı bir anlam kazandırır, o sırada olup biten herşey insanın zihninde sevinçle karışık kesin bir iz bırakır.
1980’li yıllardan sonra düşünce hayatımızın genel özellikleri köklü olarak değiştirilmiştir. Bu ülkede yaşayan insanlar bir bütün olarak düşünceden, sistematik fikirden, ideolojilerden, estetikten, etikten, bilimden uzaklaştırılmıştır. Bu yıllarda insanların temel referans kaynakları önemli oranda yerle bir olmuş, bunun yanı sıra okuma edimi köklü
Emek verilmiş bir kitap olmasına rağmen, ne yazık ki piyasaya daha çıkar çıkmaz bir kitabın başına gelebilecek en kötü şeyle karşılaştı ve okunması değil “ bitirilmesi” gereken bir moda eşyası oldu. Son birkaç yıldır aynı dertten muzdarip olan bir diğer kitap Kürk Mantolu Madonna...
Her karakterin kendi ağzından, kendi sesiyle konuşması okur
Aşk cinayet ve ölüm üçlüsünün işlendiği romanın dili Konstantiniye Oteline gore daha hafif. Kitabın sayfalarında katili aramak yerine ana temaya odaklandığımdandır sanırım katil beni şaşırtmadı. Ama kardeşinin hikayesi büyüleyiciydi. Kitaba yönelik kötü bir eleştirim yok. Lakin son sayfada gazete sayfasındaki yazıyı görmek isterdim. O zaman kesinlikle muazzam ötesi bir kitap olurdu benim için.
"Marslı" büyük eserdir. Gelmiş geçmiş en iyi romanlardandır. "Marslı" en iyilerdendir, tam bir prestij örneğidir!
İlk önce, bize bilim-kurgu romanından daha fazlasını sunduğu için Andy Weir'e teşekkür etmek isterim. Ben, hayat-kurgu diyorum buna. Hayat şartlarının olmadığı bir yere bilimle hayat şartlarını
“İnsansı”lar şartlanma yollu ezberler gelen verileri ve doğruluklarını sorgulamazlar evrensel sistem içinde... Ölüm ötesi kavramları genellikle gelişmemiştir... Vahşi tabiatlıdırlar, en gelişmiş toplum içinde ve o görüntüde olsalar dahi... Bazen müslüman bazen ateist olurlar, ama iç dünyalarında insanlara hükmetme, eziyet etme, işkence etme duygusu hiç kaybolmaz. “Müslüman” görünürler ama “iman”la alâkaları yoktur; hayallerindeki kendi var ettikleri tanrılarına tapınırlar. Tanrıları uğruna da insanlara yapmadıklarını bırakmazlar!
"Üstad Fuzulî'ye göre âşık bir pervanedir; nasıl pervane ateşi görünce kendini o ateşte yakmak
isterse, âşık da kendini aşka atıp öylece yanmalıdır."
Burada önemli olan sevgili değil, bizzat aşkın kendisidir. Onun aşk ile olan bağı, şiiri süsleyen
ve güzelleştiren bir konu olmasıyla değil, bilakis varlığının anlamını seyrettiği bir