Bir ülkenin yangınları, bir neslin turnalar gibi göçüșü, Esat'ın, Ayla'nın, Üstün'ün, Murat Bey'in, Vasat Kadir'in, Saka'nın bir zamanlar yașandığına yemin edebileceğim hikayeleri... Bir kurbağa larvası gibi dönüșümleri... Sağ-sol,Türk- Kürt, tarikatlașmalar, cemaatleșmeler, ayrıșmalar...
Sonra Gerasın değneğiyle tanıșıyor hepsi ve bütün kavgaların boș olduğunu, aslında karșıdakine vurduklarını sanarak savrulan yumruğun kendilerine döndüğünü görüyorlar...
Silivri'yi, İstanbul'u, Türkiye'yi ve dünyayı anlatıyor. Ve aslıda hep beni... Belki de kendisini... O kadar çok cümlesini alıntıladım ki.. Hepsi, benim söylemek istediklerimin ustaca bir kalem tarafından somutlaștırılmıș hali...
Yazar, kitabın içinde. Bazen ortaya çıkan üçüncü șahıs, Üstün... Fakat belki de kitaptaki bütün șahıslar biraz kendisi, biraz ben, biraz insan...
Vasat Kadir'in ölümünü kitap bașlarken haber verse de, sonradan ağladım ben ona, onu tanıdıkça, ızdırabına ortak oldukça. Sonra Murat beyin veda cümlesine ağladım hiç ağlanmayacak bir cümleye " Hesabı tamamlamıștım." ...
Son zamanlarda okuduğum popüler kalemlerin rezaletinden sonra, her cümlesini öpmek istedim. İncelik ve kibarlığın, -ne az ne fazla- olması gerektiği kadarın, ruhu olan kelimelerin romanlașmıș halini okudum. Ve bir șarkıydı bu roman, kitabın arkasındaki tanıtım yazısı nakaratıydı bu șarkının. Eski zamanların letafetini, kokusunu, rüzgarını, sesini, musikisini tașıyan... Dans etmek istedim.
Sonunda yine bașladığı gibi ölümle bittiğinde kalbini bilecek kadar tanıdığım birini kaybetmiș gibiydim.