Aradan bir süre geçer. Hubanname artık elden ele dolaşan, misraları ezbere okunan bir kitap olmuştur. Günün birinde, Fazıl'ın aynı "delikanlı" sevgilisi, bir başka kitap ister. Bu kez de
"kadınları" öğrenmeyi arzulamıştır ve Fazıl'a "Yaz!.." diye emreder.
Fazıl sevgilisinin ayaklarına kapanır. "Yapma" der.
"Ben kadınlardan anlamam, onlarla hiç ilişkim olmadı, beni zora koşma, yazamam...".
Ama delikanlı serttir:
"Ya yazarsın, ya da seni terkeder, gider düşmanlarınla beraber olurum...".
Çaresiz kalan Fazıl kalemi-kâğıdı alır ve Hubanname'de erkeklerini anlattığı milletlerin, bu kez o kadınlarını yazmaya çalışır... İlginç olan taraf, İstanbul'dan çok uzak ülkelerde yaşayan kadınların geleneklerini, davranışlarını ve giyim-kuşamlarını, gerçeğe çok yakın biçimde, başarıyla sergilemiş olmasıdır.
Özellikle İstanbul kadınları için yazdıkları, o dönem Osmanlı başkentinin sosyal hayatını gösteren bir ayna gibidir, İstanbul kadınlarını dörde ayırır Fazıl... Dinine bağlı, namazında-apdestinde olanlar; hafif işveliler; fahişeler ve lezbiyenler...
Risalenin sonuna da, mahalle baskınını, kadınlar hamamını, Anadolu halkının gerdeğe girişini, aşırı cinsel ilişkinin ve nikâhı "zararlarını" sözkonusu ettiği manzumeler ekler.
Ve ortaya "Zenanname", bugünün Türkçesiyle "Kadınlar Kitabı", çıkar...