Ve sonra deriz ki, nasıl oluyor da mukaddesâtımız elden giderken, bize vururlarken ses etmez, vurana vurmayız. Düşünün bakalım televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Müslüman da değil cihad etmek, acaba kalkıp bir farzı ifa edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır?
Gözyaşları içinde sönmüş dehalar, değerleri anlaşılmamış kalpler, meçhul kalmış Clarisse Harlowe’lar, inkar edilmiş çocuklar, suçsuz sürgünler, masumlar, hayata hep çöllerden başlamış olan çilekeşler, her tarafta soğuk yüzler, tıkanmış kulaklarla karşılanmış olan sizler, asla şikayet etmeyiniz! Bir kalbin size açıldığı, bir kulağın sizi dinlediği, bir bakışın size cevap verdiği andaki sevincin sonsuzluğunu ancak siz bilebilirsiniz. Bir tek mutlu gün tüm kötü günleri siler. Acılar, düşünceye dalışlar, umutsuzluklar, geçmiş, ama unutulmamış hüzünler sırlarını açmış kalbe ruhu bağlayan birer bağdır. Dizginlenmiş arzularımızla daha da güzelleşen bir kadın o zaman kederlere ve kaybolmuş aşklara mirasçı olur, aldatılmış bütün sevgileri fazlasıyla bize iade eder, önceki kederleri ruhların birleştikleri günde verdiği sonsuz mutluluklar için kaderin istediği bedel şeklinde açıklar.
Ama ömür diye bir süre var. Sınırlı bir süre.”
“O da görece!” diye cevap verdi. “Bazı kelebek türlerinin bir günlük ömrü, hücre bölünmesinin hızlı olmasından dolayı, insanın 80 yılına denktir. Bu durumda 70 yaşında ölen bir insan mı daha uzun yaşar, 25. saatini gören bir kelebek mi?”