Beni birazcık bilen kahveyi ne kadar sevdiğimi de bilir. Bunu bilmek zorunda bırakmış da olabilirim sizleri. Önemli değil ama. :)
Evet, seviyorum, seve seve içiyorum, içerken haz alıyorum. Böyle hazlar toplamı nefes almamı kolaylaştırıyor çünkü.
"Fazla içmiyor musun? Zararlı olabilir, abartma bu kadar vs." cümleleri faydasız (belki de zararlı benim için) bu yüzden. Zarardan dönerken düşmemek güzel.
Gelelim fazla içilmesinin zararlarına;
çarpıntı, uykusuzluk, mide yanması, anksiyete, o, bu, şu..
E) Hiçbiri (uyku ile olan ilişkimiz bambaşka bir şey, ona girersem karabasanlar, alkarısı, cinler, periler basar burayı, geçtik. :) )
Üstelik saati de yok bunun. Aklıma düştüğünde aklımda kalamıyor. Bkz. Körkütük seviş. :)
Yani şöyle bir içiş:
"Saat üç, dört, beş bana hiç fark etmez.
Ne zaman çalınsa kalbim.."
- Dur, dur. Fazla oldu bu kadarı :) -
(Fazla olmuşken; kalpleri çalmayın, insanlar uyuyor olabilir. Zil miydi o? Neyse, bu da önemli değil. :) )
İşte böyle. Hava açsam mı yağdırsam mı ikileminde, ben kahve derdinde.
Siz? :)
‘Evler aslında birer beden. Kendimizi duvarlara, çatılara ve nesnelere tıpkı karaciğerimize, iskeletimize, etimize ve kan dolaşımımıza tutunduğumuz gibi bağlıyoruz.’
.
Marian Leatherby 92 yaşında, kulakları biraz ağır işitiyor ama yakın dostu Carmella’nın ona bir hediyesi var: işitme trompeti.
Evet artık her şeyi olanca netliğiyle duyabiliyor Marian, örneğin oğlu ve ailesinin onu artık evlerinde istemediğini ve bir huzurevine götürmeyi planladıklarını.
Elinden bir şey gelmiyor tabii. Düşündükleri yere götürüyorlar onu.
Huzurevi dediklerine bakmayın, orası kaynar bir kazan!
.
İngiliz asıllı Meksikalı sanatçı Leonora Carrington sıradan başlayan bir hikâyeyi unutulmaz bir masala çeviriyor. Sürrealist çalışmalarında olduğu gibi büyülü bir anlatım onunkisi. Yaşlı bir kadının başına ne gelebilir ki sorusuna şöyle diyor örneğin:
Ufak bir ordu kurup kutsal kaseyi aramak!!
Tarikatlar, sistem eleştirisi, feminizm.. Hepsi bir arada, rengarenk bir eser! Carmella karakterini (peruklarıyla ve mektuplarıyla) ayrı sevdiğimi de belirteyim!
.
Emre Erbatur’un çok beğendiğim çevirisiyle
Tolstoy'un annesi (Mariya), akıllı, oturup kalkmasını bilen, çirkince bir kadınmış. Olgunluk yaşlarına kadar evlenememiş, fakat her zaman evlenmeyi istemiş. Bir adam bulup evlendikten sonra, adam vefat etmiş. Sonra, Lev'in annesi, tam evlilikten ve erkeklerden vazgeçecekken genç bir adam bulmuş ve onunla evlenmiş. Genç adam bu nispeten yaşlı
Sevdiğine,Sevdiğini Söyle!
Allah Rasulü s.a.v.buyurdu:
“Kişi müslüman kardeşini sevdiğinde,sevdiğini ona haber versin.”
Sevdiğimi bilmiyor mu,belki biliyordur.Belki…
Gönlümüze sözlerimiz şahit olsun.
Seviyorum diyebilelim.
Sevdiğimiz şahit olsun.