Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini
hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatlı bir kelebek olup
Onun dolaştığı yollara yağmur yağmasın
Yıllar sonra bulayım ayak izlerini
Onun saçlarını yel savurmasın
Dursun kıvrımları öyle, öptüğüm gibi.
Nasıl unuturum ki gülüşü gül olanı
Sevgilimdi, ya da ben öyle sanırdım
O gitti, elimde bir çiçek dağınıklığı
Bütün yolların ucunda kalakaldım.
Deniz, ona çok sevdiğimi söyle
Bir gün gelir de kıyına böyle durursa
Sularını kollarım bil, o ak köpüklerinle
Onu bir de benim için okşa...
-Spoiler içermez-
Yazarın ilk romanı olmasına rağmen çok beğendim ve aşırı eğlendim kitabı okurken. Üstelik Bilge Kültür Sanat Yayınları'dan okuduğum için fazladan mutlu oldum çünkü harika bir önsöz ve sonsözle zenginleştirilmişti kitap.
Gürpınar, Şık isimli bu romanını ilk defa 1889'da yayımlamıştır fakat yayımından 2-3 yıl önce yazmıştır ve
Bazen hayal kurduğumuz şey gerçekleşince istediğimiz gibi bir doyuma ulaşamayabiliriz. Hatta bazı kişiler tam tersine tepki vererek hayal kırıklığı yaşarlar. Tıp öğrencisi olan Berger tam da böyle bir dönemden geçiyor. Gerçi yaşının verdiği de bir durum söz konusu olabilir daha 18 yaşında ve birden bire kendini başka bir şehirde yalnız başına
‘Evler aslında birer beden. Kendimizi duvarlara, çatılara ve nesnelere tıpkı karaciğerimize, iskeletimize, etimize ve kan dolaşımımıza tutunduğumuz gibi bağlıyoruz.’
.
Marian Leatherby 92 yaşında, kulakları biraz ağır işitiyor ama yakın dostu Carmella’nın ona bir hediyesi var: işitme trompeti.
Evet artık her şeyi olanca netliğiyle duyabiliyor Marian, örneğin oğlu ve ailesinin onu artık evlerinde istemediğini ve bir huzurevine götürmeyi planladıklarını.
Elinden bir şey gelmiyor tabii. Düşündükleri yere götürüyorlar onu.
Huzurevi dediklerine bakmayın, orası kaynar bir kazan!
.
İngiliz asıllı Meksikalı sanatçı Leonora Carrington sıradan başlayan bir hikâyeyi unutulmaz bir masala çeviriyor. Sürrealist çalışmalarında olduğu gibi büyülü bir anlatım onunkisi. Yaşlı bir kadının başına ne gelebilir ki sorusuna şöyle diyor örneğin:
Ufak bir ordu kurup kutsal kaseyi aramak!!
Tarikatlar, sistem eleştirisi, feminizm.. Hepsi bir arada, rengarenk bir eser! Carmella karakterini (peruklarıyla ve mektuplarıyla) ayrı sevdiğimi de belirteyim!
.
Emre Erbatur’un çok beğendiğim çevirisiyle