Hürrem abla her fırsatta bize gelir, olup biteni anlatırken annemi inandırmak için, ‘gençliğim haram olsun yalanım varsa’ derdi.
Çok acımasız kadındı annem.
Gaddar kadındı.
Taş kadındı.
Hürrem ablanın ağabeyimi her görüşünde içinin titrediğini biliyordu.
Bir gün, 'ne diye gençliğinin üstüne yemin edip duruyorsun?’ dedi, ‘sen artık genç değilsin ki, çağın çoktan geçti kızım. Anla artık!’
Eliyle aşağılayan bir hareket yaptı, sonra zavallının yüzüne bakmadan boş çay bardaklarını alıp mutfağa gitti, bu sözlerle her türlü aşktan öcünü almış olmanın verdiği derin hazla. Arkasında yarattığı etkiden emin olduğu, adımlarının keyifli ritminden anlaşılıyordu.
Hürrem abla duyduklarına inanamamış gibi kalakaldı. Acı yüzüne yürüdü, kaşları kirpikleri bir an titredi, dondu. Sen de duydun mu? der gibi bana baktı.
Ödev yapıyordum masada; küçüldüm, küçüldüm, kalemimin ucu kadar kaldım.
Bir ölüm haberi almış gibi çöktü, sessizce çıkıp giderken ufaldığına, içinden bir şeylerin -ümit, aşk, hayal, vesaire- uçup gittiğine yemin ederim.
Bir daha bize gelmedi.
‘Gençliği’ haram oldu sahiden; önce babası öldü, babaannesine inme indi, yatağa düştü, babasının kuyruklu mavi Impala’sını, ardından evi sattılar, taşındılar.