Dar kapıdan dışarı baktım. Yağmur hızını artırmıştı. Dışarı çıkmam söz konusu değildi. (Dışarı çıksam nereye gideceğim bu yağmurda?) Sözü uzatmak için, Bir filozof gibi konuşuyorsunuz, dedim.
Yanılıyorsunuz, ah siz de yanılıyorsunuz, dedi ihtiyar Süryani. Tam tersine. Bir kitapçı gibi konuşuyorum. Sıradan bir kitapçı gibi.
Öyleyse, benim için seçtiğiniz dostların hesabını göreyim, dedim. (Gülme sırası şimdi bendeydi.)
Ah, onlara kavuşmak, onlarla konuşmak, onları tanımak için sabırsızlanıyorsunuz, öyle görüyorum, dedi. Durun durun, sarayım onları. İyice sarıp sarmalayalım ki, yağmurdan zarar görmesinler. Bir köşeden eski gazeteler çıkardı, yaydı.
Sonra gazetelerin ortasına kitapları yerleştirdi. Paket yaptı. Kınnapla bağladı.
Borcum? dedim.
Borcunuzu kitapları okuduktan sonra ödeseniz nasıl olur? dedi. Ona, Pir. Köyüne gittiğimi, belki uzun bir süre kente inemeyeceğimi söyledim.
Ne çıkar? Buraya gelecek köylülerden biriyle gönderirsiniz.
Köylüler, yollar kapansa da, arada bir inerler kente. Hemen her birinin bir dâvâsı vardır. Duruşmalar, yollar kapalı diye ertelenecek değil a!
Ama ben şimdi ödemek istiyorum borcumu, dedim.
Bence yanlış bir iş yaparsınız, dedi. Birincisi, kendinizin seçmediği kitapların parasını sizden alamam. İkincisi, cebinizde ki parayla, ben sizin yerinizde olsam, kendim ve çocukların kışlık ihtiyaçları için alışveriş yapardım.
Dayatmanın bir sonuca varmayacağını gördüm.
Peki, dedim. Dilediğiniz gibi olsun