Çok sevdiğiniz, birlikte yaşadığınız, onsuz bir yaşamı düşünemeyeceğiniz ölçüde yaşamınızda yer etmiş kişiler, varlıklar da, sizi bezdirir arada bir; içinizin bir kuytularında onlardan kurtulmak istersiniz. O kişinin, o varlığın ölümünü bile geçirirsiniz usunuzdan, getirirsiniz gözünüzün önüne. Kendinizi ne kadar bağlı duyduğunuzun bir kanıtı değil midir zaten bu çılgınlık? Çılgınca şeyler düşündüğünüzü de bilirsiniz çünkü bilirsiniz ki onsuzluk, sizin de, en azından bir parça ölümünüzdür. Düpedüz. Evet, ölenlerin ardından yaşandığını, ölenle ölünmediğini herkes bir gün öğrenir. Ama eksilerek, azalarak, sakatlanarak, bir yeri koparak yaşandığını... Oysa nesne-kitaptan kopabilmek gerek. Metinden ya da öğreniden söz edilecek olursa diyeceğim ki, o metin sizi uzun ya da kısa süre besleyip yaşattıysa, ondan da kopmasını öğrenmek gerek. Özümlediğinizle yetinebilirsiniz. Vazgeçilmez metinler yok mu? Elbette var; ama ne kadar az! Onları mezanmıza taşımayacaklardır gene de, cenazemizi kaldıranlar.
Bıraksalar dökülecek yüzüne
zeytin karası gözlerinden
içlerinde ışıltıyla parladığım o an.
Aklımda pranga gibi duran
kesilmemiş o göbek bağı
beni sana bağlayan.
Adımlarken hasretinle ıslak Mayıs sokaklarını
hiç hayat bulmamış
sevgili denizimizin yosun kokusu vururken saçlarıma
ışıkları sönerken sokağımızdaki evlerin
uzardı sohbetlerimiz
gölgeleri uzayan sokak lambaları gibi .
şimdi hayranı olduğun o edebiyatın
muazzam ve beyaz karlar ülkesinde
yani yalnızlığın platosunda
içimi ısıtan
çok uzaklarda
sıcak bir liman kentindeki varlığın .
Bilesin istedim..
эк