Öptü beni: " - Bunlar, kainat gibi gerçek dudaklardır, " dedi
Bu ıtır senin icadın değil, saçlarımdan uçan bahardır, dedi
İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde:
Körler onları görmese de, yıldızlar vardır, dedi.
..
.
eğer halen varsa dünyanın hayalleri...
eğer tazeyse gündüzün hayal kırıklıkları...
eğer memleket için dertlenirken uykuların halen kaçıyorsa...
sabahlayarak yaşayanların hayal ettiği ülkeler, kurulmaya halen müsait demektir..
.
..
.
bizden başka herkes uyurken;
tütünü ben sarardım,
peyniri sen keserdin,
yeşil papaz eriğini ben yıkardım,
Müzeyyen, şarkılar söylerdi,
Nilgün Marmara, yolumuza kuş koyardı,
piyano tutuklanmazdı,
neyine aşık Neyzen gibi,
gecemize aşık olurduk...
.
Bacaklarımı beline dolamam için beni havaya kaldırdı ve vahşice öptü. Sertleşmiş aletini bedenime bastırarak ona sürtünmem için teşvik ediyordu beni. Etrafımızdaki insanlar ıslık çalıyor ve "Eviniz yok mu sizin?"den "Becer şunu be adam!"a kadar uzanan çeşitli şekillerde sesleniyorlardı bize ama bunlar ne benim umurumdaydı ne de bu tensel çılgınlığa en az benim kadar kapılmış görünen Gideon'ın. Kalçamdaki eliyle beni sertleşmiş aletine bastırırken, diğer elini de saçlarıma dolamış beni tam istediği yerde tutarak, sanki kendine engel olamıyormuş gibi, sanki beni tatmasa açlıktan ölecekmiş gibi öpüyordu.
Sonra öptü beni. Ne olduysa bu öpüşme yüzünde oldu. Beni öpmemiş olsaydı ona müsaade etmezdim. Şimdi hamileyim ve kimden olduğunu bilmiyorum. Bekleyip kime benzediğine bakmaktan başka çare yok.
1. Ey arak ve ban ağaçlarına konan güvercinler acıyın bana
Feryat edip böyle acılarımı çıkartmayın n’olur iki katına
2. Acıyın bana n’olur öyle inlemekli ağlamaklı ötmeyin
Böyle ötüp de gizli arzularımı, saklı hüzünlerimiçıkartmayın açığa
3. Her akşam her sabah durmadan yolunu bekliyorum onun
Dertli bir aşığın özlemiyle, ateşli bir âşığın iniltili çığlığıyla
4. Gada ağaçlığında yüzyüze geldi ruhlarımız bizim
Ve eğildi o zaman üzerime ağaçların dalları ve‘fenâ’ etti beni oracıkta
5. Şevkten ve aşktan doğan değişik nice acılar tattırdılar bana
Ve nice tutkular, belâlar, cefâlar düşürdü beni ‘fenâ’ya
6. Peki, Cem’de, Muhassab’da, Mina’da kim söz verecek bana?
Kim duracak benim için Zatü’l-Asl’da?
Kim bekleyecek beni Na’man’da?
7. Her yönden kalbimi kuşatıyorlar her an her saat
Aşk uğruna acılara boğuyorlar beni öperek yüz sürüyorlar sütunlara
8. Tıpkı yaratılmışların en hayırlısının
Ka’be’yi tavaf edişi gibi
Sanki akıl delili bir noksanlık olduğunu söylüyor bunda
9. Evrenin Efendisi ‘nâtık’ olmasına rağmen öptü oradaki taşları
Oysa Beytullah’ın makâmı nedir o insanın değeri yanında?
"Seni bekleyeceğim benim deli kızım, ne kadar uzun sürerse sürsün."
Dudaklarımın üzerindeki çukuru nazikçe öptü.
"Nova," diye fısıldadım can havliyle. "İsmim Nova."
Beni hatırla...
Çocuk: "Anam," dedi, "anam, yarın sabah gün ışımadan uyandır beni."
"Gene uyanmazsan?"
"Uyanmazsam iğne sok etime. Saçlarımı çek. Döv beni."
Soluk yüzlü, ince kadının kara gözleri sevinçli bir ışıltı
içinde kaldı.
"Ya gene uyanmazsan?"
"Öldür beni."
Kadın var gücüyle çocuğu kucağına alıp, bağrına bastı.
"Cannn!" dedi.
"Uyanmazsam ... " Çocuk düşündü. Birden: "Ağzıma biber
koy," dedi.
Anası yeniden, aynı sevecenlikle, gözleri yaşararak onu
bağrına basıp öptü.
Çocuk boyuna yineliyor:
"Bak uyanmazsam ağzıma biber koy ha!.."
Ana: "Can!" diyor.
"Biber çok acı olsun.
"Şaşırtıcı bir şekilde mükemmel," diye mırıldandı. "Cazi- beni hafife almışım."
Tam anlamıyla utanç verici olsa da bir göz tarafından ye- nip bitirilmek heyecan vericiydi. Huzursuzlanmaya başladığın- da, Daniel yırtarcasına gömleğini başından çekip çıkardı, daha sonra çizmelerini çıkarmak için eğildi. Gergin kasları bronz
Yürüyordu,
sonra bir baktım ki sırtım Impala’ya dayalıydı.
Ellerimi saçlarına soktum, parmaklarım o yumuşacık
saçlara dolandı. Bu arada Zayne ağırlığını yana vermiş,
kapıya uzanıyordu. Yetenekli oğlandı çünkü kapıyı bir şekilde benden ayrılmadan açtı.
Eğildi ve soğuk havadan arka koltuğa geçtik, uzun vü
cudunu vücuduma bastırdı ve beni hâlâ öpüyor, nefesimi
nefesine çekiyordu.
Bir ton ağırlığında olmalıydı ama ağırlığı bütün çılgınca şekillerde hoş ve çıldırtıcıydı.
“Tanrım,” diye fısıldadı şişmiş dudaklarıma, başını
kaldırırken. “Bunu o kadar uzun zamandır düşünüyordum ki ve böyle bir his vereceğini hiç bilmiyordum.”
Elimi pürüzsüz çenesine koyarken düşüncelerim allak bullaktı. Beni oksijen açlığı çeken bir adam gibi uzun
uzun, nefes nefese yine öptü. Geri çekilirken hafifçe ısırdı
ve geri gelince işler hızla kontrolden çıktı.
Elini kalçalarımdan yukarıya kaydırıp tişörtümün altına soktu ve teninim tenime değmesi, duygu ve ihtiyaç
larımızın birbirine karışması içimin derinliklerine ulaşıp
her bir hücremi sıcacık yaptı ve içimdeki her bir karanlık
boşluğu doldurdu.
Bunu yapabilmeyi hayal ettiğimiz onca yıl ikimizin de
içinden hızla yüzeye hücum ediyor ve bizi hem açgözlü yapıyor, hem de çılgına çeviriyordu. Parmaklarımı tişörtüne
geçirdim ve bu kez başını kaldırınca tişörtünü çektim ve
çıkarmama izin vererek cevap verdi. Zayne başını başı
ma doğru eğerken ellerimi göğsünden aşağıya kaydırdım.
Onda benin kendi yakıp kül eden arzumun tadını aldım.
..
.
inkar etmemeli: yalnızlık elbet zor ama yalnızlığın tercih edilmişini yaşayabilenlere gelince; suratlarında gizli, saklı, derin, sulh yüklü çizgiler vardır.
.
..
.
nedenini bilmiyorum ama kendi ülkemde kendimi içsel bir sürgünde hissediyorum.
henüz evimi , yani kendimle ve dünyayla uyum içinde yaşayacağım yeri bulamadım.
.
Dorothea bana yaklaştı. Uzun uzun dudaklarımdan öptü. Şiddetle sıkıca sarıldı; uzun zamandan beri ilk defa kendini bu derece serbest bırakıyordu. Hemen, yolun dışındaki sürülmüş toprakta, aşıkların yaptığı gibi oynaşmaya başladık. Mezarların üzerindeydik yine. Dorothea bacaklarını genişçe açtı, cinsel organına kadar soydum onu. O da beni soydu. Yumuşak toprağın içine düştük. İyi kullanılan bir sabanın toprağa gömüldüğü gibi, nemli vücuduna gömüldüm bende. Bu bedenin altındaki toprak, bir mezar gibi açılmıştı; çıplak vücudu da, yeni bir mezar gibi açılmaktaydı bana. Yıldızlı mezarlıkta sevişirken kendimizden geçmiştik. Mezarın içindeki iskeleti ortaya çıkaran ışıkların her biri, birbirine karışmış gövdelerimizin hareketleri kadar karışık, titrek bir gökyüzü oluşturmaktaydı. Hava soğuktu. Ellerim toprağa gömülüyordu; Dorothea’nın kopçalarını çözdüm, parmaklarıma yapışan soğuk toprağı göğsüne ve çamaşırlarına bulaştırdım. Giysilerinin altından çıkan göğüsleri ayı andıran bir beyazlığa sahipti. Ara sıra birbirimizi bırakıp soğuktan titriyorduk; birbirine çarpan iki sıra diş gibi titremekteydi vücutlarımız.