DÜŞÜNCELER:
1. Ben başkalannın gözünde, bugüne dek kendim için olduğumu düşündüğüm kişi değildim.
2. Kendimi yaşarken göremezdim.
3. Kendimi yaşarken göremeyişim nedeniyle kendime yabancı kalırken, başkalan beni görebiliyor ve tanıyabiliyordu -herkes bunu kendine özgü bir biçimde yapıyordu tabii ama ben yapamıyordum.
4. Bu yabancıyı görebilmek ve tanıyabilmek için alıp da karşıma koymak imkânsızdı; kendimi görebilir ama onu göremezdim.
5. Bedenim dışandan baktığımda riyalanmda beliren hayal ürünü bir görüntü gibiydi; yaşadığım bilmeyen, orada öylece durup birilerinin gelip kendisini almasını bekleyen bir şey.
6. nasıl bedenimi alıp bazen istediğim bazen de hissettiğim şekilde biçimlendiriyorsam, herhangi biri de aynısını yapıp ona kendi bildiği gibi bir gerçeklik atfedebilirdi.
7. Kısacamsı o beden kendisi için öylesine bir hiç ve hiç kimse idi ki onu bugün hapşırtabilen küçük bir esinti, yarın beraberinde uzaklara dahi götürebilirdi.
SONUÇLAR: Şimdilik yalnızca şu ikisi:
1. Sonunda karım Dida’nın bana neden Cenge diye seslendiğini anlamaya başladım.
2. En azından bana en yakın kişiler -yaygın ismiyle, tanıdıklarım- için kim olduğumu keşfetmeyi, onların gözünde olduğum kişiyi inatla didik didik edip parçalarına ayırarak eğlenmeyi kafama koydum.
es-selam. mutlu çıkmazı sokağı ikibinyirmiüç senesinde elime son geçen ve ikibinyirmidört senesinin okuduğum ilk kitabı oldu. inceleme mahiyetinde olmayan yorumlarım burada dursun istediğim için buraya yazmayı da kendi adıma uygun gördüm. O yüzden devam. doğrusu celal ağabeyi mehmet sabri genç ile yaptığı ufak bir röportaj (diyebiliriz sanırım)
---"İsterdim ki ben, Şarkılarımı söylesinler benim
el ele tutuşup dönerken
çocuk bahçelerinde çocuklarımız... Duyduğum seslerin en güzelidir ---
bir yaz gecesi ---
dizimde yatan bir çocuğun
bana yıldızları soruşu..."
Bir defa aşk başladı mı, ama tam manasıyla, delice bir aşk ... Artık bırakın kendinizi. .. Gözünüz dünyayı kan deryasına dönse görmez, halk ayaklarınız altında çiğnense haberiniz olmaz, hani sinemalarda çift levhaları göstermek
için yaptıkları gibi, etrafınızda cihan dumanlanır, kararır, daralır, daralır, ancak iki kişinin, iki vücudun, iki başın sığacağı bir çerçeve kadar kalır ... Artık iş, güç, dert, düşünce hep odur, yabancı bir kovana düşen arı gibi zihne başka bir fikir girdi mi, orada boğulur, kalır ...
-‘’İsterdim ki ben,
bir kitap bekçisi olayım
camları güneşli bir kitap evinde.
Duyduğum zevklerin en doyulmazıdır-
yıldızlı cenup denizlerinin alevinde
sabahlar gibi
sevilen bir kitap başında sabahlamak…’’
"Bazı acılar vardır. Geçtiğine siz bile inanırsınız ama geçmez. O sızı hiç dinmez ve bir yerlerde gizlenir kalır."
Huzursuzum... Son sayfayı okuyup kitabın kapağını kapattığımdan beri huzursuzum. Evet huzur dolu bir renk mavi, içimi açan bir renk mavi ama artık maviyi görünce o mavi otobüsle İstanbul-Ankara yolunda olan yolculuğum