Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
"Yaşamın metinlerden yapılmış olduğu,"[53] görüşündedir Or­han Pamuk: "Hayat metinlerle beslenir, sonra tekrar hayata dö­nüşür ve bu ilişki kabaca şimdi söylediğim gibi, hayat ve metin olarak da birbirinden kopmuş değildir. Iç içedir. Ama bunlar sü­rekli birbirlerini zenginleştirerek, değiştirerek, başkalaştırarak ilerlerler."[54] Yaşam ve metinlerin dünyası birbiriyle bütünleşir Orhan Pamuk'un romanlarında. Yaşamın nasıl bir sürekliliği varsa, Pamuk'un metinlerinin de bir sürekliliği vardır. Onun romanlarında, bir diğer romanındaki kurmaca kişiden, sanki yaşamış biriymişçesine söz edilir.
Üstkurmaca öğesinin bir türevidir metinlerarası eğilim; içinde yaşadığı gerçekliğe yabancılaşan çağdaş yazarın, bütünleşmek­te zorlandığı bu gerçekliği yansıtmaktan vazgeçip, daha önce başka yazarlar tarafından yazılmış metinlerin dünyasına sığın­ması, onlardan yola çıkarak ikinci elden yeni bir kurmaca ger­çeklik yaratması demektir. Eskilerin taklitçilik diye adlandırıp aşağıladıkları bu eğilim; çağ edebiyatında alıntı tekniğiyle bir biçim öğesi durumuna dönüşmüş, giderek eski metinlerin farklı tekniklerle yeniden kurgulanmasına kadar gelinmiştir.
Reklam
Roman kişilerinin, yazının kendisi oldu­ğu bir metindir "Kara Kitap".
"Kar" (1999) romanı ise, yazarın metinleri boyunca kurgu düzleminde yaptığı serüven yolculuğundaki en sıra dışı du­raktır. Fildişi kulesindeki sanatçı duruşundan hiç ödün vermeden üreten Orhan Pamuk, bu romanında toplumsal konu­ları odağa alır ve bir toplumcu gerçekçi yazar öykünmeciliği içindeymiş gibi, konusal gerilimi de bayrak yaparak öyküler. Romancılığının bu noktasında belki de, Türk edebiyat eleştiri­sinin en işlek kulvarını oluşturan toplumcu kesimden yıllardır aldığı yoğun eleştirilere yaratıcı düzlemden bir yanıt vermeyi deniyordur Pamuk. Ancak "Kar", toplumsal malzemenin yo­ğun kullanımına karşın, hiçbir zaman toplumsal gerçekçi bir roman değildir. Kar imgesinin yarattığı farklı bir masalsı onto­lojinin eşliğinde, tiyatro sahnesinde oynanan oyunun yaşama aktığı bir kurgu oluşturur Pamuk; tiyatro oyuncularına kanlı bir ihtilal yaptırır; varmış gibi görünen konu bütünlüğünü groteskin merceğinden geçirir, mantık dışına taşır.
Orhan Pamuk'un altıncı romanı "Benim Adım Kırmızı" (1998), onun bugüne değin yarattığı en kanlı canlı, en oyunsu, en eğlenceli ve en sevimli metnidir. Bu romanında okurlarını "uçurtmalar, yoyolarla"[33] eğlendirmek istediğini söylüyordur yazar. Yüksek/sanatsal ve eğlencelikltrivial özelliklerin bir arada yer aldığı bu metnin ana kurgu ilkesi ise postmodernizmin ço­ğulculuk'udur. Aşk ve cinsellik, somut ve soyut, resim ve yazı, sanat ve yaşam, Doğu ve Batı, hümanizma ve teokrasi, Tanrı ve şeytan, pornografik argo ve Kuran ayetleri, özyaşam ve kurma­ca, kırmızı ve mor ... Pamuk, "Benim Adım Kırmızı"yı "çok sesli müzik endişesi"[34] içinde oluşturduğunu söyler. Romanın en önemli özelliği ise, metin dokusunun büyük bir bölümünü oluşturan minyatür betimlemeleridir. "Benim Adım Kırmızı"yı epik bir resim kitabına dönüştürmüştür Pamuk. Bu kitapta re­simler anlatılır, anlatı ise resme dönüştürülmeye çalışılır. Me­tindeki en önemli estetik buluştur bu.[35]
Beyaz Kale'ye tarihi roman diye yaklaşmak hatalı o zaman
Yazar, okuduğu tarih kitaplarını ve diğer metinleri, kendi düş dünyasının süzgecinden geçirip kurmaca düzleme taşır "Beyaz Kale"de ... Somut gerçek ya da tarih, kurmaca gerçeğin yalnızca bir malzemesidir, bu malzemenin özgül anlamı önemli değildir.
Reklam
Haklı
Türk roman okuru, yazarında hala bir sosyolog, bir psi­kolog, bir yol gösterici, giderek bir militan aramayı sürdür­mektedir.
Toplumcu bir ortamın edebiyat okurudur Türk romanının okuru. Bu nedenle de, romanı salt bir sanat ürünü olarak benimseyip, onu zevk için okumakta zorlanmak­tadır.
Biçimin, içeriğin önüne geçtiği, anlatma eyleminin çoğu yerde kendi serüvenini yaşa­dığı metinler oluşur bu dönemlerde. Sanatı bir biçim sorunu olarak gören bu romancılar, gerçekçi romanın toplumsal so­runları irdeleyen sosyolojik eğilimini, sanata ihanet olarak nitelendirirler. Pamuk da katılır onlara; bir sanat ürününde, "gerçek dünyanın kurallarından çıkarak verilecek cevaplar; aklı başında bir edebiyatçının nefret edeceği şeye, 'sosyolojiye' sürük­ler bizi,"[15] der.
Parçalanmış, bütünlüğü bozulmuş ve belirsizleşmiş gerçekliği ona uygun biçim öğeleri aracılığıyla dile getirmek ister çağdaş romancı; artık gerçeği yansıtmak için, dış gerçekle örtüşen bir öykü anlatmanın yeterli olmadığını bilmektedir; gerçeği, dış dünyada değil iç dünyada, bilinçte, bilinçdışında arar.
Reklam
Geleneksel romanın okuru rahatlatan bir başka özelliği ise, kendinden emin, her şeyi bilen, güçlü bir anlatıcının metinde­ki başat varlığıydı. Anlattığı öykünün ipleri elinde olan bu an­latıcı, yaşamın anlamına ışık tutmaya çalışır, kahramanlarını yönlendirdiği gibi okurunu da yönlendirirdi. Geleneksel okur tipinin desteğiydi, dayanağıydı o; okurunu elinden tutar, bil­mesi gerekenleri ona anlatarak romanın dünyasında dolaştırır­dı. Okurun, metnin içinde kaybolması, metni tümüyle anlamaması pek olası değildi.
Özellikle 19. yüzyıl gerçekçi romanının, nerede, ne zaman ve ne­den sorularına açık bir yanıt oluşturan biçim/içerik dokusu, Newton fiziğinin edebiyat estetiğindeki uzantısı görünümün­deydi. Geleneksel roman yapısı pozitivist bir mantığın ürünüy­dü. Okura yabancı gelmeyen bir öyküleme türüydü bu.
Gelecekte ne olacağını bilmiyorum ama şu anda yaşadığımız dünya çok haksız, çok acımasız, çok zalim bir dünya.
36 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.