Aslında bizler çağdaşlarımıza, atalarımıza olduğundan çok daha fazla yakınız. Size Prag, Seul ya da San Francisco sokaklarında rasgele çevirdiğim biriyle, kendi büyük-büyükbabamla olduğundan çok daha fazla ortak şeyim olduğunu söylesem, abartmış mı olurum? Sadece dış görünüşte, kıyafette, hal ve tavırda değil, sadece yaşam biçiminde değil, işte, konutta, etrafımızı saran aletlerde değil, ama ahlak kavramlarında, düşünme alışkanlıklarında da. İnançlarda da. Biz kendimize istediğimiz kadar Hıristiyan, -ya da Müslüman, ya da Musevi ya da Budist ya da Hindu- diyelim, öteki dünyaya dair görüşümüzün beş yüz yıl önce yaşamış olan "din kardeşlerimizin"kiyle artık hiçbir ilgisi kalmamıştır. Onların büyük bir çoğunluğu için cehennem, tıpkı mahşer tablolarındaki gibi, günahkarları ezeli ateşe atmaya hazır çatal ayaklı iblisleriyle birlikte Anadolu ya da Habeşistan kadar gerçek bir yerdi. Bugün artık hiç kimse ya da hemen hemen hiç kimse durumları böyle görmüyor. Çok karikatürlük bir örnek verdim, ama bu her alandaki kavramlarımızın tümü için doğru. Bugün inanan bir insana tamamiyle kabul edilebilir gelen pek çok davranış, onun eski "din kardeşleri" için tasavvur dahi edilemezdi. Bu sözcüğü tekrar tırnak içine aldım, çünkü o atalar bizimle aynı dini yaşamıyorlardı. Eğer bugünkü davranışlarımızla onların arasında yaşayacak olsaydık, hepimiz zındıklıktan, zinadan, sapkınlıktan ya da büyücülükten sokaklarda taşlanır, bir zindana atılırdık.
Aristoteles’in kayıp ikinci kitabı
"Şimdi söyle bana," diyordu William, "Niçin? Bu kitabı niçin ötekilerden daha çok korumak istedin? Kara büyüye ilişkin kitapları, içinde belki de Tanrı'nın adına sövülen sayfaları neden uğrunda cinayeti göze almaksızın sakladın da bu sayfalar için hem kardeşlerini hem de kendini lanetledin? Güldürüden söz eden birçok başka
Sayfa 648 - Can Sanat Yayınları, 36. baskı, Çev. Şadan Karadeniz
Reklam
İnsanoğlu istemediği halde aynı şeyleri neden yapar?Çok kolay bir cevabı var bunun.Çünkü şikayet etse bile yaptığı davranış mutlaka iç dünyasında bir işine yarıyordur.
Avrupa ve Amerika'da ( ve de Türkiye'de bence) yaşayan müslümanların din konusundaki güçlüklerinde yardımcı olmanın adımlarından biri, Hazreti Peygamber'in hayatının yeni bir düzenlenmesi olacaktır. Sîretin bugünkü anlamı Peygamberimiz'in günlük yaşantısını aynen taklit etmek değil, Resulullah'ın hayatta taşıdığı ruh, hikmet ve gerçekleştiği dinamizmi kabul etmektir. Tam olarak dinle ilgisi olmayan sorunları hallederken, Muhammed Aleyhisselamı örnek almak mecburiyeti yoktur. Müslüman davranış hürriyetine sahiptir. Kur'an-ı Kerim der ki : "İnsan kendi çabasının verimini görür. " Bir insanın iyi veya kötü şahıs olarak nitelendirilmesine sebep olan sorumluluk içinde yaşadığı özgürlüğü ve hareket etme gücünü hür bir şekilde geliştirmesi, bilinçli müslüman hayatının şartlarındandır. Bunların olmadığı yerde Hazreti Peygamber'i izlemek mümkün değildir.
Sayfa 7
_Eğer birinin ruhunu görmek istiyorsanız, ona hayallerini sorun. _İnsan doğasındaki en derin prensip, "takdir edilme" isteğidir. _Alaycı tiplerin aslında acılarını gizlemeye çalıştığı gerçeği doğrudur. _İnsanın dünyadaki durumu, kedinin kitaplıktaki durumu gibidir; görür ve duyar ama hiç bir şey anlayamaz. _Yanlış anlayanlar tarafından
“Bir başka örnek, Atatürk'ün din düşmanlığı konusundaki yanılgıdır. Atatürk'ün İslâm dinine ve din adamlarına tümüyle karşı olduğu, resmi ideolojinin de onun karşıtlarının da (Türkiye'nin kurtuluşunu dinsel ilkeler çerçevesinde görenlerin de) özenle savundukları bir noktadır. Oysa her iki grup da yanılmaktadır. Atatürk yalnızca siyasal iktidarın dine dayalı olmasına karşıdır. Din adamları açısından da, bunlar ancak din adamı oldukları için siyasal iktidara ortak olmak isterlerse olumsuz bir tutum takınır. Siyasal iktidara el koymuş bir devrimci için bundan doğal bir davranış olamaz."
Sayfa 53 - Dr. Emre KongarKitabı okudu
Reklam
772 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.