Dindar veya dinsiz olmak herkesin hakkıdır, ancak dinci olmak, din fetişisti olmak, dindar olacağım diye evrene, yaşama, bilime, felsefeye, sanata, siyasete sadece din gözlüğü ile bakmak, tüm bunları dine endekslemek ve bunu doğrudan veya dolaylı baskılarla herkese empoze etmek kimsenin hakkı değildir.
Hume, Marx, Sartre, Russel gibi düşünürler, dindar olmadıkları halde, dinsiz oldukları halde, Tanrı’ya da inanmadıkları halde, adalet üzerine, eşitlik üzerine, ahlak üzerine, iyilik üzerine yıllarca düşünmüşler, bu doğrultuda binlerce sayfalık tezler ortaya koymuşlar, yaşamlarını, aynen Platon, Aristoteles ve Epikuros gibi, daha ahlaklı, daha adil bir dünyanın oluşmasına adamışlardır. Elbette aynı işi bazı dindar filozoflar da yapmışlardır; ancak sonuçta, ahlak ve adalet, hiçbir zaman dinin tekelinde olmamıştır. Buna rağmen Türkiye’de, hem eğitim sisteminde, hem aile içi eğitimde, hem de medyada, olgular çarpıtılmakta, gerçekler örtbas edilmekte, dinden bağımsız bir ahlakın olamayacağı yalanı pompalanmaktadır. Böylece, bağnaz dindar bakış açısına göre, yukarıda saydığımız tüm değerli isimler gibi birçok insan, sadece ateist veya agnostik oldukları için, bir anda değersiz insan statüsüne düşmektedir.
Reklam
Dine Neden Sınır Çekilmelidir?
Ortadoğu çıkışlı tektanrıcı dinlerin Tevrat, İncil, Kuran gibi temel kitaplarındaki bazı ayetler, modern hukuk ve bilim ile çelişmektedir. Kuran’dan örnek vermek gerekirse, hırsızlık, zina, şahitlik, miras gibi konularda 7. yüzyıl koşullarına göre yazılanlar, günümüzde geçerli değildir. Hatta Kuran’da ceza olarak öngörülen bazı şeyler, modern hukuka göre suçtur. Örneğin hırsızlığın cezası günümüzde el kesmek değildir, hapistir; zinanın cezası 100 kere değnek/sopa ile vurmak değildir, zina sadece boşanmak için bir gerekçedir; kadının mirasta ve şahitlikte hakları erkekten az değildir, erkek ile eşittir. Bilimsellik açısından bakacak olursak, Kuran’da, insanın Tanrı tarafından çamurdan ve topraktan yaratılmış olduğuna dair ayetler, Biyoloji’deki evrim kuramıyla i; Dünya’nın değil, Ay’ın ve Güneş’in yörüngede olduğuna dair ayetler, Kopernik’ten beri geçerli olan Güneş merkezci Astronomi kuramıyla bağdaşmamaktadır.
Bilim tabii ki sadece gözlem ve deney yönteminden ibaret değildir. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki, gözlem ve deney yöntemi bilimi önkoşuludur. Yani gözlem ve deney olmadan, bilim yapmak diye bir şey söz konusu olamaz. Oysa dinde gözlem ve deney yöntemi diye bir şey yoktur. En azından temel iddialar gözlem ve deney yöntemi üzerinden gelişmez. Dindeki yol vahiydir. Buna yöntem de diyemeyeceğim. Din, Tanrı’nın yeryüzündeki seçilmiş belli başlı kişilere vahiy yoluyla bazı sözde hakikatleri iletmiş olduğu iddiası üzerine kuruludur.
Dindeki temel sorun, Tanrı kavramının, tanımı gereği, deney ve gözlem yoluyla doğrulanamaz olmasıdır. Çünkü Tanrı derken, evrendeki maddenin nedeni olan, her şeyin nedeni ve yaratıcısı olan, ancak kendisinin nedeni olmayan bir ilk nedenden ve tinsel bir varlıktan söz ediyoruz; yani özdeksel bir varlıktan, maddeden oluşan bir varlıktan söz etmiyoruz. Aynı şey ruhun ölümsüzlüğü için de söylenebilir. Bunun gözlem ve deney yoluyla kanıtlanması, ortaya konması diye bir şey söz konusu olamaz.
Mesela bir şeyin varlığından söz edebilmek için, onu belli bir ölçüde de olsa tanımlamak da gerekir. Şimdi burada da Tanrı kavramının tanımlanmasıyla ilgili bir sorun var. Daha doğrusu Tanrı’yı tanımlama süreci de, yine Hume’un belirttiği gibi, antropomorfizim sorununa takılıyor. Ne demek bu? Tanrı tanımlanırken, tasarımcı, yaratıcı, güçlü, zeki, merhametli, cezalandırıcı, ödüllendirici olarak tanımlanıyor. Bunlar dikkat ederseniz hep insana ait özellikler, insanlar için kullandığımız sıfatlar. Yani insan ile Tanrı Rasında bir analoji kuruluyor, bir benzetme yapılıyor ve insana ait bu özellikler Tanrı’ya yükleniyor, atfediliyor. Bu da zaten bir sıkıntı olarak dikkate almamız gereken unsurlardan biri.
Reklam
237 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.