Bugünkü tarih kitaplarında Türk tarihi umumiyetle Hunlardan, yani Orta Asya Hunlarından başlatılmaktadır. Fakat bu başlangıcı tanımayan tarihçiler de vardır.
HUN SONRASI ORTA ASYA
Tabgaçlar, aslında Hunların devamı sayılabilecek bir devlettir. Onlardan doğmuş ve Çin'de etkili olmuş, özellikle Budizm'in Çin'de yayılmasına katkı sağlamış; zaman içerisinde tamamen Çinlileşerek özgünlüğünü kaybetmiş bir topluluk ve devlettir. Aslında sonraki devirlerde kurulacak önemli hanedanların kökenierine uzanan bağlantıları söz konusudur. Kaynaklarda T' o-pa (Tabgaç), sonra Wei olarak anılmışlardır. Çinlileşmelerine rağmen onların dilleri hakkında kaynaklarda kaydedilmiş Türkçe kelimeler vardır. Tabgaçlar (385-550) , 3. yüzyıl ikinci yarısında Çin Seddi'nin kuzeyinde bulunuyorlardı. Sonraki yıllarda yavaş yavaş güneye doğru indiler. Tai (P'ing-ch'eng) şehri merkez olmak üzere 4. yüzyılın başından itibaren siyasi bir güç olarak kendilerini göstermeye başladılar. Aynı tarihlerde onların güneyinde bir kısım Hun boyu, eski hükümdarlık ailesinden gelen Liu Tsung'un idaresinde Lo-yang şehrini de ele geçirmiş olarak He-nan'ın kuzeyi, He-pei'in güneyi ve Shan-hsi'de hüküm sürmekteydiler. Liu Tsung'un ölümünden sonra toprakları parçalandı. 350 yıllarında buralarda kurulup güçlenen ve bütün Kuzey Çin' e hakim olan Ch'in hanedanının da yıkılması ile bu bölgede Tabgaç hakimiyeti güçlenmeye başladı.
Reklam
HUN SONRASI ORTA ASYA
Akhunlar, MS 350-558 arasında Batı Türkistan, Afganistan, ağırlıklı olmak üzere Hunların War-Hun kolundan oluşan bir devlettir. Taşıdığı bozkır Türk kültürü özelliklerinin yanında zamanla yerleştiği sahanın etkisi altına da girdi. Kaynaklarda iki şekilde Akhun ve Eftalit adıyla yer aldı. Komşusu Sasanilerle savaş ve barış ilişkileri kurduğu gibi Hindistan üzerinde de önemli olaylara karıştı. İpek Yolu onların topraklarından geçtiği için çok fazla ticari kazançlar elde ediyordu. 6.yüzyılın ortalarında Orta Asya' da Gök Türk hakimiyeti İran' da Sasani Devleti Anuşirvan ile zirveye çıkınca her iki güç arasına sıkışan Akhunlar varlıklarını koruyamadı ve iki devletin ortak hareketi sonucu tarih sahnesinden çekildi.
MS 900'lerde Şiilik
İslamiyetin Orta Asya'da hızla yayıldığı MS 900'lü yıllarda hem İran hem de Kuzey Afrika'da Şiilik siyasi bir güç olarak kendini göstermeye başlamıştır. 10. asrın ortalarında Şii Büveyhiler, Abbasi Devleti'nin zayıflığından istifade ederek Rey ve Kirman'ı alıp Bağdat önlerine kadar gelmiştir.
Daha bir asır öncesine kadar bu toprak­lara hükmeden bir devletimiz vardı: Os­manlı... Üstelik sınırları bugünkü Anado­lu'ya sığmayıp, Orta Avrupa'dan bütün Ak­deniz kıyılarına ve Asya içlerine kadar uza­nan bir imparatorluktu Osmanlı. Ve Os­manlı ulvi bir idealin, yüce bir misyonun, ihtişamlı bir medeniyetin sahibi olarak, ta­rihinin derinliklerine kök salmış bir çınar gibi, altı asır süren bereketli bir ömür ya­şamıştı. Ne gariptir ki, bugünün nesilleri, aynı yüzyılı paylaştıkları ve onun mirası olan topraklarda onun eserleriyle iç içe yaşadık­ları bu muhteşem devletin tarihini yeterin­ce bilmiyorlar... Hatta büyük ölçüde de ek­sik ve yanlış biliyorlar!
Sayfa 9 - Nesil Yayınları, 15. Baskı, Nisan 2008Kitabı okuyor
Fetullahçılar, özellikle Sovyet Birliği'nin dağılmasından sonra kurulan Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri'nde örgütlenmiş, ABD açısından kullanışlı hale gelmişti. Bu durum onlara Türkiye içinde de hem güç hem de dokunulmazlık sağlamıştı. Faaliyetleri her dönemde MİT tarafından hep takip edilmiş ama hemen hemen hiç mücadele edilmemişti. Bu bağlantılarının örgütü, 1980 Darbesi sonrasında da koruduğu anlaşılıyor. Devletin içindeki asıl örgütlenmesine ise 1980'lerde başladı.
Sayfa 60 - Destek YayıneviKitabı okuyor
Reklam
Öncelikle Han sarayına bağlılığını bildirecek olan Hu-han-ye, oğullarından birini Çin'deki Hanedan sarayına rehine olarak yollayacaktı. Çinliler, Hunlara hediye verecekler, karşılığında Hunlar Çin' e vergi gönderecekti. Çin Hu-han-ye'ye askeri koruma desteği verecekti. Bunun yanında yine Han ipek ve yiyecek gibi maddelerden vermeyi kabul etmişti. Hu-han-ye bundan sonra birkaç yıl içinde kendisine ait tüm bağlılık görevlerini yerine getirdi. MÖ 53 yılında bir oğlunu Çin'in başkentine rehine olarak gönderdi. Sonra MÖ 51 yılında Çin imparatoruna ilk defa bağlı­lığını bildirmiş ve vergi de götürerek, kendisi Han imparatorunun sarayını bizzat ziyaret etmiştir. Hu-han-ye'nin bu şekilde teslimiyeti Orta Asya tarihinde bilinen ilk olaydır. Hunların bir kısmının Çin' e bağlandığını gören Batı Bölgelerinin devletçikleri de Han hanedanına yaklaştılar. Onlar da bağ­lılıklarını Çin imparatoruna bildirdiler.
MÖ 101 yılında Fergana, Çinli General U Kuang-li tarafından işgal edilmişti. Hunlar bunu engelleyemediler. Çünkü asker sayıları yetersizdi. Fergana'nın kan terleyen atlarından elde etmek ve batıdaki halklara Han gücünü göstermek Çinlilerin hedefiydi. Kan terleyen ya da diğer adıyla "Cennet Atları" (Gök Atları) adıyla meşhur olan Fergana atları, tarih boyunca Çinliler tarafından ilgi görmüş ve kaynaklarında övgüyle bahsedilmiştir. Kan terlemesinin sebebi atları sinek ısırması sebebiyle terle birlikte vücutlarından kan çıktığının görülmesinden kaynaklanmaktadır. Ch'ang-an'dan 12.550 li (6275 km) uzaklıkta olduğu bildirilen Fergana, Çin için önemli bir üs olabilirdi. Çin kaynaklarındaki ifadeye göre Ta-yüan (Fergana) 'in ele ge­çirilmesinden sonra Batı Bölgelerinin bütün halkları şaşırıp korktular ve çoğu Han hanedanına haraç vermek için elçiler yolladı. Fergana bölgesi sahip olduğu zenginliklerle çok farklı özellikler taşıyordu. Aradan geçen yüzyıllarda Orta Asya tarihindeki önemini hep sürdürecektir.
Gönlümüzde Orta Asya'nın susuzluğu, Ve bir yeryüzü arzusu, gök kadar.
Türkmenlerin giyimleri alelade Türk giyiminden bir derece farklı olup, İran giyimine benziyordu. Oğuzlara nazaran Karluklar İranlıların tesirine daha fazla kapıldılar ve İslâmiyeti kabul edinceye kadar diğer bütün Türklere nisbetle İslâm medeniyetine daha yakın idiler.
Sayfa 62 - Yazar, 11.yüzyıldaki Oğuzlar ve Karluklar için Türkmen demektedir.
Reklam
Genel olarak göçmenliği bırakan Türkler arasında, hanedanın ve dinselliğin getirdiği kimlik, etnik kimliği bastırdı. Her şeye rağmen saray ortamında da ataların Orta Asya'ya dayanan göçebe kökenleri bütünüyle unutulmadı: 1453'te Konstantinopolis'i fetheden Fatih Sultan Mehmed döneminde bile –Türk diliyle kesinlikle uyumlu olmayan– Arap alfabesinin yanı sıra bugün Çin devletinin hor görülen bir azınlığı durumunda olan, oysa 9 ve 10. yüzyıllar arasında bozkırların en açık, eğitimli ve ilginç imparatorluklarından birinin yaratıcısı olan Uygurların alfabesi kullanılıyordu Osmanlı padişahları sayısız unvanları arasında "han"ı asla ihmal etmedikleri gibi daha eskiden "tug" olarak bilinen tuğ, yani ucuna at kuyruğu bağlanmış ve tepesine altın yaldızlı top geçirilmiş mızrak da iktidarın ve sorumluluğun simgesi olarak kaldı: Kuyrukların sayısıyla güç doğru orantılıydı.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Moğol işgalinin sarsıntısının dinmesinden iki yüz yıl sonra Selçuk İmparatorluğu'nun mirasının küçük ve orta boy güçlerinden bir tanesi olan ve konum olarak en batıda, Bursa'da bulunan Osmanlı, kuzeydoğuya, Avrupa'ya doğru gösterdiği ilerlemeyle dikkat çekiyordu. Zaman içinde büyük bir imparatorluk haline gelen bu devlet, 1299 yı lında Osman (Arapçada Uthman) Bey tarafından ve Orta Asya kökenli olduklarını unutmayan ama kendilerini asıl olarak Müslüman, yani İbrahim ve İshak'ın kabul ettikleri Tanrı'nın son peygamberinin takipçileri ve kendilerini egemen hanedana sadık Osmanlılar olarak tanıtan Türkler tarafından kurulmuştu.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Kaşgarlı Mahmut'un bildirdiğine göre Oğuzlar Amuderya'dan Çin'e kadar uzayan sahadaki bütün Türklere Çigil diyorlardı.
Sayfa 60
İmâm Buhari, Buharalı bir Türk âlimidir. Sahih-i Buhari adlı kıymetli eserini de İslam dünyasını karış karış gezdiği Orta Asya'da kaleme almıştır.
Türkler hiçbir zaman İslâmiyet'i zorla kabul etmemişler, çünkü Araplar hiçbir zaman Orta Asya'da hâkim bir güç olamamışlardır.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.