"Yüzyıl" kavramına gelirsek: 1650 civarında İngiliz ve Fransız dillerinde kullanılmaya başlanana kadar, bugün sahip olduğu anlama sahip değildi. Bundan önce, Latince centuria kelimesi yüz askerlik tabur (komutanlarına verilen isim, centurion kelimesiyle ilişkiliydi) anlamına geliyordu. Bu yeni anlamın ortaya çıkışı gelişmekte olan başka bir tarih şuurunun işaretiydi. Üç tarih çağına Antik, Orta ve Modern isimlerinin verilmesi de öyle. Orta çağda yaşayan insanlar o çağda yaşadıklarını bilmiyorlardı. Bir şeylerin değiştiğinin -bazı şeylerin daha beter, bazı şeylerin de daha iyi yönde- farkındaydılar ama hepsi buydu. Büyük Hollandalı tarihçi Johan Huizinga'nın yazdığı Ortaçağın Günbatımı 1920'de yayımlanmıştı. Bu tarihten beş yüz yıl önce kimse bu başlığı anlayamazdı ya da belki çok az insan tarafından anlaşılırdı. Tarih şuurumuz birçok biçim ve anlamda yirminci yüzyılda ilerleme gösterdi; o kadar ki, giderek daha çok sayıda insan Modern Çağ'ın sonunda yaşadığımızın farkında olmaya başladı. Bundan daha barizi, yirminci yüzyılın aynı zamanda Avrupa Çağı'nın da sonu anlamına geldiğiydi.
Sayfa 8 - Ketebe YayınlarıKitabı okudu
. XV. yüzyılda, yeşil kraliçelerin ve prenseslerin ayrıcalığıdır, oysa daha önceki dönemlerde bunların ayrıcalıklı rengi beyazdı. Kontesler bile “yeşil oda”ya hak sahibi değillerdir. Örtülerin ve pikelerin malzemesi, kürkleri ve rengi önceden bellidir. Büfenin üzerinde, büyük gümüş şamdanların içinde sürekli olarak balmumu yakılmaktadır; çünkü odanın perdeleri ancak onbeş gün geçtikten sonra açılabilmektedir
Reklam
Ortaçağın Günbatımı'ndan. Paris Üniversitesi Rektörü Gerson şöyle diyor: "Derin düşünceye dayalı yaşam tehlikelerle doludur. Birçok insan bu yüzden karasevdaya tutulmuş ya da delirmiştir." Öncelikle, daha önce aykırı bir şey yapma zevkiyle küfreden ile söylediği şeyin ciddiyetini düşünmeksizin konuşanı birbirinden ayırıyor. Dinî yaşamı, dogmalara gösterilen saygıya göre değerlendiriyor, ama bunun yeterli olmadığını hissedip her durum için psikolojik ölçütler getiriyor - yoğunluğun patolojik olup olmadığını görmek için. Erdenlik saplantısı yüzünden, yoz bir rahibin idare ettiği dinsel törenlerin geçersiz sayılacağını söyleyen Jean de Varennes'i mahkûm ediyor. (Ortak Yaşam Kardeşleri) Benelüks ülkelerinde devotio [(Lat.) Yeni İbadet] hareketinin içinde yer alanların (kendi köşelerine çekilen ve yüce din duygusu esrimesini sakin bir arkadaşlık ve kutsallık ilişkisi içinde yaşayan kentsoyluların) hazzını çözümlüyor ve inançlı kişinin bununla yetinip Tanrı'yı unuttuğunu görüyor. Ruysbroeck'in Tanrı'da hiçleşmesini benimsemiyor, çünkü bu durumda insan artık günah işlemediği iddiasıyla ortaya çıkmış ve sorumluluğunu yitirmiş olur (Begard'lar, Özgür Ruhlu Kardeşler, Turlupinler¹ = sefih azizler). Tarihçe. Bu mistikler açlık, susuzluk ve şehvet görüntüleri yaşarlar. Dinsel hazdan zevk verici ve tensel büyülere geçerler = cadılara özgü tutum. XV. yüzyılda cadılığın artmasının nedeni de budur; gerçek inanç çöküş içindedir, maddeci bir tutumla simgelere inanır insanlar. ¹Ortaçağ'da çeşitli Avrupa şehirlerinde yaygınlaşan dinî gruplar.
Sayfa 236 - 237 Can ModernKitabı okudu
Hayatın tınısı henüz değişmemiştir. XV. yüzyıl ruhlarının temeli kötümser ve melankolik kalmaya devam etmektedir. Rönesansın uyumu, yeni bir kuşağın Antikite'nin biçimlerini kullanırken, zihniyetini de sahiplenmeyi öğrendiği zaman sağlanabilecektir: önce kavrayışın ve ifadenin saflığı, kesinliği; sonra düşüncenin genişliği, insan ve hayat karşısında canlı ve dolaysız ilgi. Yüzyılın bu dönemecinde, dünyanın yenilenmesinde Antikite'nin rolünün ne olduğu sorusu cezbedicidir. Bugün Antikite'yi Rönesansın tek ve yegane sürükleyicisi, hatta üretken ilkesi olarak kabul eden kimse artık kalmamıştır. Yeni Zamanlar, bizzat Orta Çağın ruhu­nun içinden çıkmıştır ve artık bugün kabul edildiği üzere, Antikite bu Yeni Zamanların gelişinde, Philoteces'in talihli ve ölümcül oklarınkine benzer bir rolden başkasını oynamamıştır. Fakat sorun burada yer değiştirmektedir. Ölmekte olan şeylere, çöküşe doğru giden yüksek ve güçlü bir kültüre ar­kamızı dönerek, aynı zamanda ve aynı yerde doğmakta ola­nı seyretmekteyiz. Bu artık sona ermekte olan Orta Çağın değil, Rönesansın sorunudur.
Sayfa 488Kitabı okudu
Doğmakta olan hümanizma ile Orta Çağın gün batımı arasındaki ilişki, bizim kafamızda canlandırmaya eğilimli ol­duğumuzdan daha basittir. Bu iki kültürü açıkça ayrı olarak görmeye alışık olduğumuz için; akla ve antik güzelliğe duyulan özlem ile Orta Çağın aşınmış düşünce sisteminin terkinin ani bir içe doğma biçiminde meydana gelmiş olmaları gerek­tiğini sanıyoruz. Alegorilerden ve parıltılı tarzdan ölümüne bıkmış zihinlerin bundan aniden vazgeçmiş olduklarını, kla­sik uyumun kendini onlara bir kurtuluş olarak sunduğu ve onların da Antikiteye yollarını bulanların heyecanıyla bağ­landıklarını sanıyoruz. Hiç de böyle olmamıştır. Orta Çağın düşünce bahçesinde bol miktardaki bitkinin arasında, klasisizm yavaş yavaş bü­yümekteydi. Önce bir biçimden başka bir şey değildi; ancak daha sonraları bir ilham haline gelebildi; bizim eski, Orta Çağa ait olarak kabul etme adetinde olduğumuz zihniyet ve ifade araçları aniden ölmemişlerdir.
Sayfa 470Kitabı okudu
Her ikisi de her ayrıntıya bağlanma eğiliminin hükmü altında olan, her ikisi de doğanın güzeliğini aktarmaya uğra­şan ressam ile şair, araçlarının farklılığı nedeniyle çok ayrı so­nuçlara ulaşmaktadırlar. Ayrıntıların kitlesine rağmen, tab­loda birlik ve sadelik; şiirde kurala bağlı konuların yalnızca sayılmalarından kaynaklanan biçimi olmayan tekdüzelik.
Sayfa 417Kitabı okudu
Reklam
Orta Çağ ile Rönesans arasında net bir ayrım hattı çizilmeye kalkışıldığı her seferinde, bu ayrım çizgisi geri çekilmek zorundaymış gibi gözükmüştür. Orta Çağın göbeğinde, daha o sıralarda bile yeni zamanları belirliyora benzeyen ba­zı biçimler ve bazı hareketler keşfedilmiştir ve böylece Rönesans terimi, bu olguları kapsaması için aşırı genişletilmiştir. Rönesans üzerinde tarafsız bir inceleme, bunun tersine, Orta Çağın bu süreç içinde devam ettlğini göstermektedir. Ariosto, Rabelais Marguerite de Navarre, Castiglione'nin eserleri kadar, resmin tamamı, düşünce ve biçim açısından Orta Çağ unsurlarıyla dopdoludurlar. Fakat şu karşıt tezden vazgeçmemiz de mümkün değildir: Orta Çağ ile Rönesans terimleri, bizim için iki dönem arasındaki zıtlığın ifadesidirler; bu, özsel ama tanımlanması zor bir zıtlıktır.
Sayfa 404Kitabı okudu
Güzelliğin, doğadaki nesnelerin çarpık bir şekilde taklidinin içinde yer aldığı yanılsaması, müzikte resimdekinden daha tehlikeliydi. Çünkü daha o sıralarda bile, müzik uzun bir süreden beri taklit olanaklarını devreye sokmuş durumdaydı. Başlangıçta av anlamına gelen caccia, bunun en iyi örneğidir. Olivier de la Marche, sanki ormandaymış gibi, bo­ruların seslerini, köpeklerin patırtısını ve havlamalarını duy­duğunu anlatmaktadır. Joseph de Pres'nin öğrencilerinden biri olan Jannequin, xıv. yüzyılın başında bu türden bir çok "İcad" bestelemiştir; bunların arasında Marignan çarpışma­sı, Paris sokaklarının sesleri, kadınların dedikodusu gibileri de vardır. Dönemin müzikal ilhamı, ne mutlu ki bu modaya takılıp kalmayacak kadar zengindi. Ustaların başyapıtları, ifadesel ve taklitsel unsurlar karşısında özgür olmuşlardır. Demek ki, güzelin teorik çözümlemesi kusurlu beğeni­nin ifadesi yüzeyseldi. Güzelliği, onu ölçü, düzen, yücelik, yarar ve özellikle de ihtişam ve ışık kavramlarıyla ikame ederek açıkladıklarını sanmaktaydılar. Denis le Chartreux, ruhani şeylerin güzelliğini tanımlamak için, onu ışıkla öz­deşleştirmektedir. Bilgelik, bilim, sanatın her biri, zihni ışıkla­rıyla aydınlatan, ışıklı doğaları olan özlerdir. Güzelliği ışıkla özdeşleştirme konusundaki bu eğilim sadece teorik olarak kalmamaktadır. Güzelliğin tanımları bir yana bırakılıp, dönemin estetik duygusu kendiliğinden dışavurumları içinde incelenecek olursa, bir Orta Çağ insanının estetik tadı ifade etmek istediği hemen her seferinde, heyeca­nının ışıklı parıltılara veya şiddetli hareketlere indirgendiği fark edilecektir.
Sayfa 397Kitabı okudu
Orta Çağ düşüncesi, güzellik kavramını mükemmellik, orantı ve ihtişam fikirlerine indirgemekteydi. Aquinolu aziz Tomasso, "çünkü güzellik için üç koşul gereklidir. Önce el­bette bütünlük veya mükemmellik, çünkü tamam olmayan şeyler çirkindirler. Sonra tam orantı veya uyum. Ve nihayet açıklık, çünkü parlak bir rengi olan şeylere güzel denilir."
Sayfa 394Kitabı okudu
Michel-Angelo aynı zamanda, bizzat Orta Çağı da yargılamış olmaktadır. Dindarlar, Orta Çağ zihniyetine sahip insanlardır. Bu büyük ustaya göre, eski güzellik sıradan ve fa­kir insanların alanı haline gelmiştir. Fakat onun bütün çağ­daşları olaya böyle bakmamaktadırlar. Dürer, Quinten Metsys ve Kuzu'ya (İsa'ya) Tapınma adlı tabloyu öptüğü söylenilen Jean Scorel'e göre, XV. yüzyıl sanatı ölmemiştir. Fakat Röne­sansı en mükemmel şekilde temsil eden Michel-Angelo'dur. Flaman sanatında mahkum ettikleri, tam da Orta Çağ sonu zihniyetinin esas çizgileridir: şiddetli duygululuk, her şeyi bağımsız bir bizatilik olarak görme eğilimi, kavramların çokluğu içinde kaybolma eğilimi. Her zaman olduğu gibi, yeni sanat ve hayat anlayışının ancak bir önceki çağın güzel­lik ve hakikatlerini geçici olarak bilmezden gelerek gerçek­leştirebilen Rönesans zihniyeti bunlara karşı çıkmaktadır.
Sayfa 392Kitabı okudu
Reklam
Tahripkar zaman, bu garip rüküşlükler yığınını yok ede­rek ve yüksek anlamı olan birkaç sanat eserini koruyarak, bizim zevkimizin talep ettiği ayırımı yapabilme konusunda bize yardımcı olmuştur. Fakat bu ayırım, XV. yüzyıl insanları için ancak çok bulanık bir şekilde vardı. Bu dönemin sanat yaşamı, henüz toplumsal hayatından ayrılmamıştı. Sanat hizmet ediyordu. Toplumsal işlevi, bağışçının veya koruyucunun ihtişamının övülmesi, kişiliğinin aşikar hale getirlime­siydi. Hayat ile sanatın nasıl birleştiklerini ve birbirlerini karşılıklı olarak damgaladıklarını iyi anlayabilme konusun­da, sanatın içinde geliştiği ortam hakkında çok cahiliz ve bizzat sanatın kendi hakkındaki bilgimiz çok bölük pörçüktür. Kilise ve saray, bir dönemin bütün hayatını meydana getirmezler. Bu iki kürenin dışında, mahrem hayatları bize bazı şeyleri ifşa eden nadir başyapıtlar bizim için ne kadar da de­ğerlidirler!
Sayfa 382Kitabı okudu
Bu dönemin düşüncesinin karakteristikleri olarak ele aldığımız, her fikre belirgin bir biçim verme ihtiyacı, hayalgücünün taşkınlığı ve sonsuza kadar sistemleştirme isteği; bütün bunlar sanatta da karşımıza çıkmaktadırlar. Biçimsiz, figürsüz veya süssüz hiçbir şey yok­tur. Parlak gotik sanat, nihayetsiz bir kapanış müziği gibidir: biçimler kendi gelişmeleri içinde kaybolmakta, her ayrıntı ince ince işlenmektedir; hiçbir çizgi yoktur ki karşılığı çizilmesin. Biçim, parlaklığı içinde, fikri istila etmektedir; söz, bütün hatları ve bütün yüzeyleri ele geçirmektedir. Bu, şu boşluk dehşetinin egemen olduğu bir sanattır ve bu durum, herhalde çökmekte olan kültürlerin karakteristiğidir.
Sayfa 370Kitabı okudu
Doğaüstü olarak gözüken herşey karşısındaki tutumlar, akılcı açıklama, dindar ve kendiliğinden bönlük ve şeytanın kurnazlık ile tuzaklarından duyulan kaygı arasında gidip gelmektediydiler. Zavallı bir isteriğin, dindar bir coşku için­de insanları bir süre avucuna alması ve sonunda maskesinin düşmesi nadir olaylardan değildir. İyi niyetli insan emin olamıyordu: aziz Augustinus ve Aquinolu aziz Tommaso şu sözü otoriteleriyle desteklemişlerdir: "Ommia quae visibiliter fiunt in hoc mundo possunt fieri per daemones" (Bu dünyada gö­rünen bir şekilde yapılan her şey şeytanların işi olabilir).
Orta Çağın sonundaki gibi canlı bir hayal gücünün, safi­yane bir idealizmin ve güçlü bir duygusallığın egemenliği altındaki bir zihniyet, zihne sunulan her kavramın gerçekli­ğini kolaylıkla kabul eder. Bir fikre bir ad ve biçim verilince, gerçekliği de kabul edilir; böylece eğer deyim yerindeyse, manevi ve dinsel figürler sistemi içine girmiştir ve ister iste­mez onların inanılırlığını paylaşmaktadır.
Her tekil olay için bir açıklama bu kadar kolay kabul edilip, bu kadar katı bir şekilde benimsenirse, yanlış hüküm uygulamasının genelleşmesi tehlikesi kendiliğinden ortaya çıkar. Nietzsche, yanlış hükümler karşısında hiçbir şey yap­mamanın hayatı çekilmez kılacağını söylemiştir ve bazen geçmiş yüzyıllarda hayran olduğumuz yoğun hayatın, kısmen bu yanlı yargılama kolaylığından kaynaklanmış olması mümkündür. Büyük bir güç gerilimine ihtiyaç gösteren dö­nemlerde, sinirler hatalı yargıların yardımına muhtaçtırlar; Orta Çağ insanları sürekli bir zihinsel bunalım içinde ve par­tilerarası kinlerin etkisi altında yaşadıklarından, bu hatalı yargılar duyulmamış bir vahşet düzeyine çıkmışlardır. Bur­gonya düklerinin güttükleri dava, xvı. yüzyılda çok sayıda Fransıza (düklerin Alçak Ülkeler'deki uyruklarından söz et­miyorum), vatanlarına karşı sadakatsizlik, sonra da husumet ilham ettiyse, bu siyasal duygu ancak duygusal ve karmaşık bir kavramlar dokusuyla açıklanabilir. Çarpışmada öldürü­len düşmanı gülünç bir şekilde abartma konusundaki genel ve sürekli alışkanlığı bu bakış açısından ele almak gerekir. Chastellain'e göre, Gavre çarpışmasında dükün tarafından beş soylu ölürken, Gandlı asilerden yirmi veya otuz bini öl­müştür. Commines'in bu cins abartmalardan kaçınmasını, onun modenizminin veçhelerinden biri olarak görmemiz gerekir.
Sayfa 351Kitabı okudu
103 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.