Toplum büyük iş başarmış durumda. Eğitim, kültür ve kültür kurumları, ebeveynler, öğretmenler – hepsi harika iş çıkardılar. Coşkulu ve yaratıcı insanları mutsuz yaratıklar haline getirdiler. Her çocuk dünyaya coşkulu gelir. Her çocuk bir tanrı olarak doğar. Ve her insan bir deli olarak ölür.
Bilim coşkuya izin vermez. Coşku en büyük devrimdir. Tekrar ediyorum: coşku en büyük devrimdir. Eğer insanlar coşkulu olursa tüm toplum değişmek zorunda kalacak, çünkü bu toplum mutsuzluk üzerine kurulu. İnsanlar mutluysa onları savaşa sürükleyemezsin – Vietnam'a veya Mısır'a veya İsrail'e. Hayır. Mutlu olan birisi sadece gülecek ve: Bu tamamen saçmalık!, diyecektir. İnsanlar mutluysa onları paraya takıntılı hale getiremezsin. Tüm yaşamlarını para toplamak için harcamazlar.
Reklam
Gülümsemelerimiz bile politiktir. Kahkaha ortadan kalktı, neşe neredeyse bilinmiyor ve coşkulu olmak neredeyse imkansız, çünkü buna izin verilmiyor. Mutsuzsan kimse deli olduğunu düşünmez. Coşku içinde dans ediyorsan herkes delirmiş olduğunu düşünür. Dans reddediliyor, şarkı söylemek kabul edilmiyor. Neşeli bir insan – böyle birine rastlasak bir acayiplik olduğunu düşünürüz. Bu ne biçim bir toplum? Eğer birisi mutsuzsa her şey yolundadır; uyum içindedir, çünkü aşağı yukarı tüm toplum mutsuzdur. O da bir üyemiz, bize ait. Birisi coşkulu davranınca onun delirdiğini düşünüyoruz. O bize ait değil – ve onu kıskanıyoruz
Ta en başından bir çocuk politikayı öğrenir. Politika şudur: mutsuz görün, sonra sempati kazan, sonra herkes sana ilgi göstersin. Hasta görün – önemli olursun. Hasta bir çocuk diktatörleşir; tüm aile onu izlemek zorundadır – o ne derse kanun sayılır. Mutluyken kimse onu dinlemez. Sağlıklı iken kimse ona aldırmaz. Mükemmel iken kimse ilgi göstermez. Ta en başından yaşamın mutsuz, hüzünlü, karamsar, karanlık yönünü seçeriz. İlk gerçek budur. Buna bağlı diğer olay ise şudur: mutlu olduğunda, neşeli olduğunda, coşkulu olduğunda herkes seni kıskanır. Kıskançlık herkesin düşmanca tavır takınması, kimsenin dostça davranmaması anlamına gelir; o anda herkes birer düşmandır. Böylece herkesin sana muhalif olmasına engel olmak adına o kadar neşeli olmamayı öğrenmiş oldun – sevincini saklamayı, gülmemeyi. Gülerken insanlara bak. Çok hesaplı gülerler. İçten kahkaha atmazlar, gülüşleri varlıklarının derinlerinden kopup gelmez. Önce sana bakarlar, sonra yargılarlar...ve ondan sonra gülerler. Ve belli bir oranda gülerler, senin tolerans göstereceğin kadar, tuhaf kaçmayacak kadar, kimsenin kıskanmayacağı kadar.
Birincisi, insanların yetiştiriliş şekli çok belirleyici bir rol oynuyor. Eğer mutsuzsan bundan bir şey elde ediyorsun; hep kazanıyorsun. Eğer mutluysan hep kaybediyorsun. Ta en baştan bir çocuk aradaki farkı sezinler. Ne zaman mutsuz olsa herkes ona sempati duyar; böylece sempati kazanır. Herkes ona karşı sevecen olmaya çalışır; böylece sevgi kazanır. Üstüne üstelik ne zaman mutsuz olsa herkes onunla daha çok ilgilenmeye çalışır; böylece ilgi kazanır. İlgi egonun besinidir, tıpkı alkol gibi bir uyarıcıdır. Size enerji verir; kendinizi önemli hissederseniz. İşte bu yüzden ilgi çekmeye bunca ihtiyaç, bunca istek duyuluyor. Eğer herkes sana bakıyorsa önemli olursun. Eğer hiç kimse sana bakmıyorsa adeta orada değilmiş gibi hissedersin, sanki yoksun, hiç varolmadın. İnsanların sana bakması, seninle ilgilenmesi sana enerji verir. Ego ilişkilerde varolur. İnsanların sana olan ilgisi arttıkça daha fazla ego elde edersin. Sana kimseler bakmazsa ego erir gider. Eğer herkes seni tamamen unuttuysa ego nasıl varolabilir? Sen varolduğunu nasıl hissedebilirsin?
Birisinde bir belirti var diyelim, bir migren veya baş ağrısı – onu tedavi edebilirsin, ama derinine inip de bu insanın niye migrene yakalandığını incelemezsin. Belki üzerinde fazla yük var, endişeli, depresyonda. Belki içi o kadar kurumuş ki canı yanıyor. Belki çok fazla düşünüyor ve beynini hiç rahatlatmıyor. Böylece belirtiyi tedavi edebilirsin ve zehirler ve ilaçlar kullanarak belirtiyi yok olmaya zorlayabilirsin. Ama hastalık kendini başka bir yerde gösterir, çünkü temeldeki nedene hiç dokunulmamıştır.
Reklam
vermeden öfkelenmeye çalışın – öfkelenemediğinizi göreceksiniz. Japonya'da çocuklara öfke kontrolü için çok basit bir yöntem öğretilir. Ne zaman öfke duyarsanız bununla ilgili hiçbir şey yapmayın, sadece derin nefes alın, denir. Dene, göreceksin ki öfkelenmiyorsun. Niye? Derin nefes aldın diye neden öfkelenemiyorsun? Öfkelenmek imkansızlaşıyor. Bunun iki nedeni var. Derin nefes almaya başlıyorsun, ama öfke belli bir nefes ritmine ihtiyaç duyar ve bu ritim olmadan öfkelenmek mümkün değildir. Öfkenin varolabilmesi için belli bir ritimde veya kesik kesik nefes almak gerekir. Derin nefes alırsan öfkenin dışarı vurması imkansızlaşır. Bilinçli olarak derin nefes alıyorsan, öfke kendini ifade edemez. Öfkenin farklı bir nefes alma yöntemi vardır. Bunu senin yapmana gerek yok; öfke kendisi halleder. Derin nefes alınca kızamazsın
Bunu her zaman hatırla. "Fizyolojik süreç" veya "akli süreç" deme. Bunlar iki ayrı süreç değil – sadece bir elmanın iki yarısı. Seni fizyolojik açıdan etkileyen her şey aklını, yani beynini de etkiler. Psikolojik olarak yaptığın her şey de bedeni etkiler. Bu iki ayrı şey değil, tek bir bütündür.
Modern tıp bilimi ölü bedenler ve onların incelenmesi üzerine kuruludur. Bu bilimin temelinde bir yanlış var. Henüz yaşayan bedenleri tanımayı başaramadı. Ölü bir bedeni kesip biçerek onun hakkında bir şeyler öğrenebilirsiniz, ama yaşayan bir beden hakkında bir şey öğrenmek tamamen farklıdır. Tıbbın tek bildiği onu parçalamak, kesip açmak, ama kestiğin anda olay değişir. Bir çiçeği dalında tanımak ve anlamak ile onu kesip içine bakmak tamamen farklıdır. Artık aynı fenomen olmaz; çünkü özelliği farklıdır.
Beden tüm gizemleri kapsıyor, evrendeki tüm gizemleri; o minyatür bir evren. Bedenle evren arasında sadece miktar farkı var. Nasıl ki tek bir atom maddenin tüm sırlarını taşıyor, beden de evrenin tüm sırlarına sahip. İnsanın dışarıda sır arayışına girmesi gerekmiyor, sadece kendi içine dönmesi yeterli. Ve bedene iyi bakmak gerekiyor. Ona karşı olunmamalı, onu lanetlememeli. Onu lanetlersen Tanrı'yı lanetlemiş oluyorsun, çünkü Tanrı bedeninin en derin yerinde yaşıyor. Tanrı kendine ev olarak bu bedeni seçti. Bedenine saygı duy, bedenini sev, bedenine iyi bak
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.