Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gertrude Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı tarihlerde İngiliz Gizli Servisi'nin resmi elemanı değildi. Ama elde ettiği bilgileri her gittiği şehirde uğradığı İngiliz konsolosları ve İstanbul'a geldiğinde görüştüğü büyükelçiyle paylaşıyordu. Topladığı bilgiler İngiltere için hazine değerindeydi. Birinci Dünya Savaşı çıktıktan sonra onu Gizli Servis'in bir şubesi olarak kurulan Arap Büro'ya götüren sebep Arap dünyası hakkındaki derin bilgisi ve çöllerde kazanmış olduğu dostluklarıydı. Yakınlık kurduğu Arap şeyhleri daha sonra İngiltere lehine Osmanlı İmparatorluğu'na karşı ayaklanan isimler olacaktı.
Sayfa 183Kitabı okudu
Belki ermeni isyancılar tarafından Van'da yapılan vahşetin uygun bir şekilde örtülüp gizlenmesinin sebebi, ermenilerin bu konuda maharetle anlattıkları hikayelerdir: " Van'daki olaylar 20 Nisan 1915'te Türklerin ermenilere yaptıkları baskın ve saldırı ile başlamış ve bunu takip eden ermeni saldırıları sadece kendilerini savunmak için yapılmıştır." Hristiyan batıda kabul gören hikaye şekli bu idi, çünkü Hristiyanlar tarafından anlatılmıştı.
Reklam
Osmanlı İmparatorluğu imparatorluk olmaktan çıkmıştı artık. Balkan Savaşları, imparatorluğu Avrupa’daki topraklarından etmiş, Dünya Savaşı da bütün Arap eyaletlerini elinden almıştı. Bu yenilgi kendisine acı gelmekle beraber, Mustafa Kemal bu toprakların kaybına o kadar üzülmüyordu; bir bakıma bunun böyle olacağını öteden beri görmüştü. Bu onun, kanserli dış organlarını kesip atmış, atalarının bereketli toprağında yoğun ve sağlam bir beden halinde tekrar hayata kavuşmuş yeni bir Türkiye hayalini daha da elle tutulur hale getirmişti. Yabancı toprağı olan Suriye elden gitmişti. Ama Türk anayurdu Anadolu henüz yaşıyordu, yaşaması da gerekliydi. Ülkenin geçmişi ve geleceği, işte burada, şu sıradağların ardında yatıyordu.
Savaş sırasında Osmanlı askeri olarak Müslümanlarla birlikte cephede Ruslara karşı savaşan az sayıda Ermeni de olmuştur, ama Ermenilerin çoğunluğu cephede düşmanla birlikte Osmanlı askerlerine karşı savaşmış, cephe gerisinde olanlar da kadın, çocuk, yaşlı demeden Türk olan, Müslüman olan herkese karşı katliama girişmişler ve içinde yaşadıkları ülkeyi parçalayarak bağımsız bir devlet kurmak çabasına düşmüşlerdir. 1914 yılı ortalarından başlayarak Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu bölgesindeki yerleşim yerlerinde kurulan gizli Ermeni çetelerine silâh ve cephane dağıtılmıştır. Savaşın başlamasından hemen sonra da Ermeniler Van şehri bölgesinde ayaklanmışlar, çevredeki Müslümanları katlederek o bölgede bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir.
Sayfa 4 - Ermeni Meselesinin Ortaya ÇıkışıKitabı okudu
Fransız ihtilâlinden sonra bütün dünyada başlayan milliyetçilik hareketleri Osmanlı İmparatorluğu'nda da kendini gösterdi XIX. yüzyıldan itibaren milliyetçilik akımı gelişerek devam etti. Bunun sonucu olarak da Osmanlı İmparatorluğu'ndaki istikrar bozuldu. Önce Rumlar, sonra Arnavutlar, Araplar ayaklandılar. Her grup kendi millî toplumunu kurmak istiyordu ve bu yönde çalışmaya başladı. XIX. yüzyıldan XX. yüzyıla geçtiğimiz, sırada OsmanlI İmparatorluğu'ndaki gayri müslimlerden Rumlar, Sırplar, Bulgarlar ve diğerleri bağımsız olmuşlar, hristiyanlar arasında sadece Ermeniler bağımsız olamamışlardı. Zira oturdukları yerlerde çoğunlukta değildiler. İmparatorluktaki diğer Hristiyanlar kadar yoğun bir şekilde belli bölgelerde oturmuyorlardı. Bunun üzerine Ermeniler, Hınçak ve Taşnak millî teşkilâtlarını kurarak terör ve propaganda yoluyla bağımsızlıklarını elde etmek istediler. Plânları kabaca şöyleydi: İmparatorluktaki Müslümanlara karşı savaşabilecek bir çoğunluktan yoksun olduklarından, önce Müslümanlarla Ermenileri birbirine düşürecekler, isyanlar çıkaracaklar ve böylece Avrupa devletlerini silâhlı mücadeleye zorlayarak, onların müdahalesi ve yardımı ile de Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermeni devleti kuracaklardı.
Sayfa 2 - Ermeni Meselesinin Ortaya ÇıkışıKitabı okudu
Osmanlı Devleti'nin bu müsamahalı tutumunun sonucu olarak da imparatorluğun son yüzyılına gelinceye kadar Müslümanlar ve gayri müslimler daima bir barış ve güvenlik içinde yaşamışlardır. Bu sayede Ortodoks Rumlar ve Gregoryan Ermeniler İstanbul'da bulunan patrikleri tarafından bir hiyerarşik sistem içinde yönetilmişler, kendi kiliseleri, okulları, yetimhaneleri, mahkemeleri olmuş, buralarda dillerini ve dinlerini muhafaza ederek geliştirmişler ve kültür faaliyetlerini yürütebilecek vakıflar kurmuşlardır. Askere de alınmadıkları için ticaret, sanayi ve zenaat ile meşgûl olan gayri müslimler çok kısa sürede refah ve zenginliğe kavuşmuşlardır. Özellikle Ermeniler sanatkârlıkları ile Osmanlı İmparatorluğu'nda her yerde çok iyi bir muamele ve büyük hoşgörü görmüşlerdir. Ermenilere "milleti sadıka" denilmiş; onlara hep güvenilmiş, daha sonraları saraya, askeriyeye alınmış ve çok önemli mevkiler ve görevler verilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nda çok sayıda Ermeni paşası, bakanı, milletvekili, büyük elçisi, konsolosu, üniversite hocası, yüksek rütbeli devlet memuru olmuştur.
Sayfa 1 - Türk-Ermeni İlişkileri, Tehcir Olayı ve Sözde “Soykırım”Kitabı okudu
Reklam
OsmanlI imparatorluğu'nun, imparatorluk bünyesinde bulunan gayri müslim halka kötü davranmadığı, "millet" adını verdiği dinî topluluklara kendi kendilerini yönetme imkânı ve tam bir muhtariyet verdiği bir gerçektir. İmparatorluktaki Müslümanların dışında belli başlı dinî topluluklar olan Yahudiler, Ermeniler, Rumlar kendi dinî yöneticilerinin idaresinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunu batılı tarihçiler de kabul ve tasdik etmektedirler. Aşağıya alacağımız satırlar 1909 yılında, yani OsmanlI İmparatorluğu döneminde Paris'te basılmış bir tarih kitabından alınmıştır: "...Türkler Hristiyanlara millî dillerini ve dinlerini bırakmışlar, onlara müdahale etm em işlerdir... Dinî ibadet yerleri (manastırlar) okul vazifesi görmekte ve geçmiş tarihin izlerini muhafaza etmektedir. Kendi dinî liderleri ve onların yönetiminde kendi kanunları vardır... Yani Türkler, bizim himayemiz altındaki ülkelere davrandığımız gibi davranmışlardır. Türkler gayrimüslimlerin siyasî kurumlarını birleştirerek, mahallî teşkilâtlara saygı göstererek, devletleri yok etmişler ancak halkların varlığını sürdürmüşlerdir..." (1)
Sayfa 1 - Türk-Ermeni İlişkileri, Tehcir Olayı ve Sözde “Soykırım” - 1) Albert Malet; L'âpoque Çontemporairıe. Hachette, Paris. 1909. s. 505.Kitabı okudu
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki gayri müslimlerden Rumlar, Sırplar, Bulgarlar ve diğerleri bağımsız olmuşlar, hristiyanlar arasında sadece Ermeniler bağımsız olamamışlardı. Zira oturdukları yerlerde çoğunlukta değildiler. İmparatorluktaki diğer Hristiyanlar kadar yoğun bir şekilde belli bölgelerde oturmuyorlardı. Bunun üzerine Ermeniler, Hınçak ve Taşnak millî teşkilâtlarını kurarak terör ve propaganda yoluyla bağımsızlıklarını elde etmek istediler. Plânları kabaca şöyleydi: İmparatorluktaki Müslümanlara karşı savaşabilecek bir çoğunluktan yoksun olduklarından, önce Müslümanlarla Ermenileri birbirine düşürecekler, isyanlar çıkaracaklar ve böylece Avrupa devletlerini silâhlı mücadeleye zorlayarak, onların müdahalesi ve yardımı ile de Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermeni devleti kuracaklardı. Bunun için de en önemli metodları terördü. "...Terör halkın (Ermenilerin) korunmasının ve onların Hınçak programına güven duymasının bir metodu..." idi. Böylece, Ermeniler sadece doğu vilâyetlerinde terör ve isyan hareketleri çıkarmakla kalmamışlar, başta İstanbul olmak üzere diğer büyük merkezlerde Rusya ve diğer devletlerden sağladıkları silâh ve para yardımı ile isyan ve teröre başvurmuşlardır."...Hedefleri olan çabucak gerçekleştirebilecek topyekûn bir ayaklanma başlatmanın en uygun zamanını da Türkiye'nin harbe girdiği zaman" olarak belirlemişlerdi.
Özellikle Ermeniler sanatkârlıkları ile Osmanlı İmparatorluğu'nda her yerde çok iyi bir muamele ve büyük hoşgörü görmüşlerdir. Ermenilere "milleti sadıka" denilmiş; onlara hep güvenilmiş, daha sonraları saraya, askeriyeye alınmış ve çok önemli mevkiler ve görevler verilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nda çok sayıda Ermeni paşası, bakanı, milletvekili, büyük elçisi, konsolosu, üniversite hocası, yüksek rütbeli devlet memuru olmuştur.
...zaman zaman, imparatorlukların "halkların zindanı" olduğunu, halkların "kendi evlerinde", kendi sınırları dahilinde, kendi hükümetleriyle yaşamaya başlamak için bu imparatorluklardan kurtulmaları gerektiğini öne süren teorinin modern zamanların yıkıcı teorisi olduğunu bile düşünüyorum. Bunu söylerken aklımda özellikle I. Dünya Savaşı'ndan sonra parçalanan çok-etnisiteli iki büyük yapı var: Parçalanması on milyonlarca insanın canına mal olan ve en berbat tiranlıkların ortaya çıkışını kolaylaştıran Avusturya-Macaristan İmparatorluğu; bölünmesi, tüm insanlık üzerinde dolaşan terör ve gerileme heyulasına yol açarak günümüzde de süren Osmanlı İmparatorluğu. Bununla birlikte, bu imparatorluklara karşı herhangi bir nostalji duymuyorum. Kesinlikle yeniden inşa edilmeleri gibi bir hayalim yok. Ne Habsburglar, ne çarlar ne de sultanlar için böyle bir düş kuruyorum. Benim üzüldüğüm, imparatorluklar zamanındaki, aynı dine, aynı dile, hatta aynı tarihsel güzergâha sahip olmayan halkların aynı siyasal yapı bünyesinde yaşamalarını doğal ve meşru gören bir zihniyet halinin yok olması. Farklı dillere veya dinlere sahip olan halkların birbirlerinden ayrı yaşamalarının daha iyi olacağını savunan fikirle mücadele etmekten hiç vazgeçmeyeceğim. Etnisitenin,dinin veya ırkın ulus inşa etmek için meşru temeller oluşturduklarınıasla kabul etmeyeceğim.
Sayfa 162 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
640 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.