MAĞRUR OLMA PADİŞAHIM! Eski zamanlarda Osmanlı padişahları Cuma namazından döndükleri zaman saray halkı tarafından tiz perdeden söylenen şu sözlerle alkışlanırlardı: “Uğurun hayrola, yaşın uzun ola, yolun açık ola! Saltanatına mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” Uzun yıllar böyle devam eden bu sözlerin son cümleleri Sultan II. Abdülhamit döneminde “Padişahım, şevketinle, devletinle bin yaşa!” biçiminde değiştirilmişse de Meşrutiyet’in ilanından sonra sözler yine eski haline dönmüştür.
OSMANLI’NIN ŞAİR SULTANLARI Osmanlı İmparatorluğu padişahları arasında şiir yazan, hatta divan oluşturanlar hiç de az sayıda değildir. Şair padişahlar ve mahlasları (takma adları) ise şöyledir: II. Murat: Muratî Fatih Sultan Mehmet: Avnî II. Bayezit: Adlî Kanuni Sultan Süleyman: Muhibbî III. Mehmet: Adnî I. Ahmet: Bahtî II. Osman: Farisî IV. Murat: Muratî II. Mustafa: İkbalî III. Ahmet: Necib III. Mustafa: Cihangir III. Selim: İlhamî II. Mahmut: Adlî
Tarihimizdeki Garip Olaylar
Tarihimizdeki Garip Olaylar
Reklam
416 syf.
·
Puan vermedi
·
9 günde okudu
"Dakikalar içinde..." serisinin en akıcısı diyebilirim. Dönem içersinde gelişen olaylar uzatılmadan, sıkmadan kısa bilgiler vererek gayet başarılı bir şekilde anlatılmış. Köle pazarlarının kaldırılmasından, Sultanahmet meydanında uygulanan recm cezasına, tahta çıktığında 19 kardeşini boğduran padişahtan, İstanbulu yerle bir eden depreme kadar bir çok bilgiye bu eser ile ulaşabilirsiniz... Okunmalı...
Dakikalar İçinde Osmanlı Padişahları
Dakikalar İçinde Osmanlı PadişahlarıÖnder Kaya · Kronik Kitap · 202378 okunma
"Eğer bir kimsenin ayakları hak yolunda tozlanmışsa, Cenab-ı Hak o ayakları Cehennem ateşinden koruyacaktır."
"Cumhuriyet’in onuncu yılı münasebetiyle Burhan Asaf ve Vedat Nedim Tör’e hazırlatılmış, 'Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne: Nasıldı, Nasıl Oldu?' isimli büyük boy bir kitap mevcut. Bahis konusu kitapta deniyor ki: 'Sultanlar, sarayların dört duvarı içinde soysuzlaşmış zulüm ve sefahat mirasyedileridir!' Sultanlar arasında hiçbir ayrım yapılmadığına göre,Yıldırım Bayezid’i, Murad Hüdavendigar’ı, Fatih Sultan Mehmed’i, Yavuz Selim’i, Kanuni Süleyman’ıyla, bütün Osmanlı padişahları, bu ilimsiz, insafsız ve vicdansız hükmün içine giriyor demektir. Evet, hüküm ilimsiz, insafsız ve vicdansızdır: Zira sarayın dört duvarı arasında ömür tüketen mirasyediler, nasıl olmuş da Niğbolu’da, Mohaç’ta, Varna’da zafer üstüne zafer kazanabilmişler? Nasıl olmuş da, alınamaz denilen Konstantiniyye’yi alabilmişler? Nasıl olmuş da Sina Çölü’nü aşıp Mısır’ı fethedebilmişler, Orduy-u Hümayun'u ta Viyana kapılarına götürebilmişler?"
18. yüzyılın sonuna kadar Osmanlı hükümdarları kendilerini kafirlerden yalnızca bilim devriminin ürünlerini, dar görüşlü bir bakışla, askeri teknoloji ithal etmekle yetinebilecekleri konusunda kandırdılar. 18. ve 19. yüzyıl arasında III. Selim muhafazakâr güçlerin ciddi direnciyle mücadele ederek orduyu yeniden düzene koymaya çalıştı. 19. yüzyıl padişahları devletin genel olarak ve derinlemesine modernleştirilmesi sorunuyla yüzleşmek zorunda kaldılar, çünkü alışıldık düşmanın gücünün artması sorunundan daha ağır bir tehlike baş göstermeye başlamıştı: milliyetçi ayrılıkçılık hareketleri.
Sayfa 24 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Reklam
Osmanlı İmparatorluğu modern Avrupa devletlerine göre geri kalmaya başlayıp "Avrupa'nın hasta adamı" haline gelince ötekiler, Türk ve en önce Müslüman olmayanlar kendi devletlerini kurma ya da yeniden kurma çabasına giriştiler. Ötekiler –artık gayet iyi bilinen ve tanınan biçimde– daima ötekiler olarak kalmışlardı, çünkü Osmanlı padişahları onları Müslüman ve Türk kimliğine sokmayı asla hedeflememişlerdi Osmanlı iktidarı Virgilius'un Romalılarına "Parcere subiectis et debellare superbos" ifadesiyle seslendiği kesinlikle uzlaşmacı olmayan ama pratik tutumla kendi intikamını alabilirdi Romalılar en azından imparatorluklarının batı bölümünü derinlemesine Romalılaştırmayı başarmışlardı. Oysa Türkler bunu denemediler bile. Bunun nedenleri farklıdır ama temelde dini olanı dikkate alınmalıdır: Romalılar, egemenlikleri altındaki halklar gibi (Yahudiler dışında) kavramsal olarak hafif ve kucaklayıcı olan ama pratik ve siyasi düzlemde karmaşık ve baskın bir dine sahiptiler; semavi dinlerse tarih içinde son derece güçlü dışlayıcı kimlikler yaratmak konusunda kusursuz olduklarını ortaya koydular. Sonuç olarak, Osmanlı iktidarı bütünleşmeyi değil, birlikte yaşamayı hedeflemiş ve uygulamıştı. Gene de şunu ekleyebiliriz: Öz kimliklerin güvende olması sayesinde farklı topluluklar –gündelik hayatta, geleneklerde, törensel uygulamalara katılımda– kaynaşma konusunda sayısız örnek sergileyebilmişlerdi.
Sayfa 22 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Genel olarak göçmenliği bırakan Türkler arasında, hanedanın ve dinselliğin getirdiği kimlik, etnik kimliği bastırdı. Her şeye rağmen saray ortamında da ataların Orta Asya'ya dayanan göçebe kökenleri bütünüyle unutulmadı: 1453'te Konstantinopolis'i fetheden Fatih Sultan Mehmed döneminde bile –Türk diliyle kesinlikle uyumlu olmayan– Arap alfabesinin yanı sıra bugün Çin devletinin hor görülen bir azınlığı durumunda olan, oysa 9 ve 10. yüzyıllar arasında bozkırların en açık, eğitimli ve ilginç imparatorluklarından birinin yaratıcısı olan Uygurların alfabesi kullanılıyordu Osmanlı padişahları sayısız unvanları arasında "han"ı asla ihmal etmedikleri gibi daha eskiden "tug" olarak bilinen tuğ, yani ucuna at kuyruğu bağlanmış ve tepesine altın yaldızlı top geçirilmiş mızrak da iktidarın ve sorumluluğun simgesi olarak kaldı: Kuyrukların sayısıyla güç doğru orantılıydı.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Devletin sağ olması; milletin sağ olması, refah içinde yaşamak demekti.
Osmanlı tarihi kadar yanlış anlatılan, Yanlış bilinen, İftiraya uğrayan Dünyada ikinci bir tarih yok. Prof. Dr. Halil İnalcık
Reklam
Gönül iklimini şenlendiren, şu keşmekeş dünyayı yaşanabilir kılan, ruha huzur-sineye sürûr veren en önemli iş hiç şüphesiz gönüle inen kelam ve kelamın ihtiva ettiği mânâdır.
Ama bağnazlar farklıydı. Bunlar her yeniliği dine aykırı bulan dar ufuklu, aşırı, koyu dincilerdi. Toplumun taş kesilmiş bir halde, hiç kımıldamadan, değişmeden sürüp gitmesini istiyorlardı. Kendi hayatlarında bağnazlık yapmaları sorun değildi. Ne var ki bunların büyük kısmı herkesin kendileri gibi düşünmesini, yaşamasını, giyinmesini istiyordu.Devleti kurtarmak için yeni bir şey yapmak isteyen padişahları deviren, her iyileştirme çabasına karşı duran, itiraz eden, isyan eden, matbaayı 250 yıl ülkeye sokmayanlar, Osmanlı Devleti'nin yaşama gücünü kemirip bitirenler bunların atalarıydı. Devlet için de, millet için de, kendileri için de büyük bir talihsizlik olan bu anlayışı ancak ciddi, bilinçli, düzeyli bir eğitim, doğru bir din bilgisi giderebilirdi.
Sayfa 242Kitabı okudu
1516 yılında Yavuz Sultan Selim, Kudüs için yepyeni bir sayfa açmıştır. Bu sayfa ondan sonraki Osmanlı padişahları tarafından tam dört asır boyunca altın harflerle doldurulacaktı. Zira Osmanlı İmparatorluğu Kudüs'ün şanını yüceltecek, oranın hükümdarı değil hizmetkârı ve aşığı olacaktı. Artık Kudüs için keyif sürmenin vakti gelmişti...
Fatih Sultan Mehmed
49 yıl süren hayatında 2 imparatorluk, 4 krallık, 11 prenslik ve dükalık yani tam 17 devlet fethetmişti. Vefatı sırasında Osmanlı Devleti'nin sınırları 2 milyon 214 bin kilometrekareye ulaşmıştı. Üstelik o sadece ülkesinin sınırlarını genişletmekle kalmamış, devleti ile ilgili ilmî, idarî ve askerî bütün meselelerde de büyük yenilikler ve gelişmeler gerçekleştirmiştir. Kurduğu medreseler cihanın ilim merkezleri sayılıyordu. İcat ettiği toplarla yeni bir çağ başlatmıştı. Fethettiği İstanbul'da birkaç yıl gibi kısa bir sürede nice mimari eserlerle süsleyip dünyanın merkezi hâline getirmişti. Zamanında Müslümanlar zengin, müreffeh ve mesut bir hayat sürmüş, bütün dünya İslâm'ın zaferler sunan ışığıyla aydınlanmıştı. Onun ilme gösterdiği saygı ve ilgi çok yüksekti. Tarihler, Osmanlı padişahları içinde ondan daha bilgin bir padişah bulunmadığını kaydetmektedir.
C-Cezaların Ağırlığı
Görülüyor ki İslâm hukukunda bazı cezalar ağırdır. Ancak nasıl ki bazen kangren olan uzvun kesilmesi gerekiyorsa, Şâri' de muayyen bazı suçları cemiyet için bir hastalık kabul etmiş; bu hastalıkların ilacını böyle takdir etmiştir. İslâm hukuku nasslarında, dokuz tane suç ve cezâ tayin edilmiştir: Zinâ, zinâ iftirâsı, hırsızlık, şarap içme, yol kesme, irtidad, devlete isyan, adam öldürme ve müessir fiil. Bu cezaların tatbiki de çok sıkı şartlara bağlanmıştır. Bu şartlar oluşmadıkça, bu cezaların infazı mümkün değildir. Nitekim zinā cezasının tatbiki son derece zordur. Hırsızlık suçunda cezânın tatbiki de, suçluya tanınan bazı haklardan ötürü oldukça sınırlıdır. Öte yandan haddler denilen ve cezâsı nasslarla tayin edilen suçlar, işlenmemesi için lâzım gelen ictimâî tedbirler alındığı için ve bütün unsurlarıyla tahakkukunun da zor olması sebebiyle marjinal suç ve cezâlar olarak kalmıştır. Nassların tayin ettiği bu cezalar tatbik edilemeyince, bahis mevzuu suçlar başka birer suça dönüşür. İslâm hukuku, bunların dışında bir takım suçlar tesbit etmişse de bunların cezalarını zamanın ve zeminin şartlarını nazara alarak hükümetin tayin etmesini istemiştir. Hükümdar, bu şartları ve cemiyetin de menfaatini gözönünde bulundurarak, İslâm kaynaklarında bulunmayan suç ve cezalar ihdâs edebilir. Osmanlı padişahları, kânunnâmeler adıyla ısdår ettikleri hukuk metinlerinde, İslâm hukukunun kendilerine verdiği salâhiyet çerçevesinde, suç ve cezalar koymuşlardır. Dolayısıyla İslâm ceza hukukunun büyük kısmı, zannedilenin hilafına, beşerî kaynaklıdır.
Resim