Köycülükten en genel manada amaçlanan köylülerin köylerinde kalması, böylece proleterleşmelerinin önlenmesi, eğitim götürülerek hem kültürel hem de ekonomik anlamda kırsal kesimin dönüştürülmesidir. (...)
Köycüler köy hayatını ve köylüleri yüceltiyorlardı. Düşüncelerini inandırıcı kılmak için ütopik ve gerçekdışı bir köy hayatı iktisadı resmetmekteydiler. Köylüleri Türk milletinin aslını oluşturan, ulusal gelişmede belirleyici, saflığı bozulmamış, asil, akıllı ve değişime açık insanlar olarak tasavvur ediyorlardı. Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu'nu, örneğin, şehirleri, köylerin zararına olarak üstün tutmakla sürekli eleştiriyorlardı. Osmanlı'nın bu ayrımcılığı, köycülere göre, milliyetçilik ve köycülük karşıtı oluşundan kaynaklanıyordu. (...)
Köycü söylemin en ayırt edici özelliklerinden birisi şehirleşmeye karşı oluşuydu (...)
Kısacası, köycülerin kırsal yaşamı yüceltmelerinin en önemli nedenlerinden birisi, işçi sınıfının yokluğuydu. Köylüler, şehirlerdeki işçi sınıfının tersine, isyancı ve kozmopolit eğilimleri olan bir sınıf değildi. Köylülerin ayırt edici özelliği muhafazakarlıklarıydı. Köymen'e göre bu muhafazakarlık, şehirlerdeki ahlaki yozlaşmaya karşı toplumsal bir "güvence" oluşturuyordu.
Ayan ailelerinin çoğu, kendilerini 18. yüzyıl süresince kasabalara kabul ettirmişler; köylüler, ileri gelenlerin evlerini inşâ etmek ve ayan tarafından tutulan geçici tüccarları ve hizmetlileri tedarik etmek amacıyla, İstanbul'un talep ettiği vergiden daha fazlasını ödemişlerdir.Bu durum, üretim fazlasının büyük bir bölümünün arkabölgede tutulduğu anlamına da gelebilir. Böylece, merkezi düzenin çöküşünün ortaya çıkması, orta büyüklükteki kasabalar ve büyük şehirlerin çoğalmaya başlamasının habercisi olabilmiştir.