Eserin yazarı İbn Zafer 1104 yılında bazı kaynaklara göre Sicilya, bazılarına göre de Mekke'de doğmuş. Yaygın olan bilgiye göre de 1172 yılında vefat etmiş. En önemli eseri ise bu kitap olup orijinal adı Sülvanü'l Muta fi Udvani'l-Etba'dır. Yayınevi bu ismi Devletin Ölümsüzlük İksiri olarak tercüme etmiş.
Eserin Osmanlı
Atatürk ve asker ve aynı zamanda arkadaşı olan Nuri Conker'in genellikle Trablusgarp ve Balkan Savaşları hatıraları ve askerlik ile ordunun ve subayların nasıl olması gerektiği konusunda yazılmış bir kitap. Kitabın çoğu bölümünde eski Osmanlı Türkçesi çok kullanıldığı için biraz zor anlaşılması. Sadeleştirilmiş dille tekrar yayınlanmalı bence. Okunmalı.
Ahmet Hamdi Tanpınar'la tanışmamış olanların Tanpınar'dan okumaları gereken ilk kitap olduğunu söyleyebilirim. Tanpınar'ın alışık olduğumuz o uzun cümlelerine eserde fazla rastlamıyoruz. İstanbul Türkçesi ile diğer eserlerine nazaran daha hafif bir dil ve üslup ile kaleme alındığını söyleyebilirim. Olay merkezine değil de karakter tahlili merkezine oturtulmuş bir eser ortaya çıkarılmış.
Roman her zaman topluma tutulmuş bir aynadır. Dönemin hakim zihniyetini en iyi romanlarda görürüz. Bu roman 19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nun en çalkantılı dönemlerine ayna tutuyor. Tanzimat Dönemi'nde yönünü Batı'ya dönen Türk toplumunun yaşadığı süreç ele alınıyor. Behçet Bey'in hayatı üzerinden Tanzimat Dönemi İstanbul'unda yaşananlara şahit oluyoruz. Karakter tahlilleri romanın ana omurgasını oluşturuyor. Roman bir anda sona eriyor. Roman aslında bitmiyor sadece sona eriyor. Sonunda okuyucu da büyük bir boşluk kalıyor.
1800'lü yıllara, Tanzimat Dönemi' İstanbul'una yolculuk etmek isteyen herkese tavsiye olunur.
Kitapta önemli, büyük Müslüman kadınlardan bahsedilmektedir.
Kitabın yarısı Arap harfleri ile Osmanlı Türkçesi diğer yarısı ise Latince tercümesi şeklindedir.
Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr
Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim.
(Eski bir vakitte sevgili şöyle göz ucuyla bana bir merhaba lûtfetti. O gün bu gündür, o bakışın mestliğiyle başka birinin merhabasını hiç tanımadım.)
Eski İstanbul'un hamam kitabelerinden birinde, huy güzelliği ve temizliğinin ehemmiyetini ecdadımız şu güzel ifadelerle vurgulamış:
"Tiymetin nâ pâk ise, hayr umma sen germâbeden. Önce tathir-i kalb et, sonra tathir- beden"
(Yani kötü huylu, pis karakterli bir kimse isen, hamamdan bir hayır umma. Temizlenmek istiyorsan önce kalbini temizle, sonra bedenini.)
Mevlana Hazretleri zamanında Hristiyan papazın biri, pazarda alışveriş yaptığı satıcıyla çok sıkı ve sıkıcı bir pazarlık yapmış, satıcı da arkasından
"Bunlar ne cimri adamlar ya!" diye söylenmeye başlamıştı.
Mevlâna, bu cimri ifadesinden dolayı satıcıyı ikaz etti:
"Papazın arkasından böyle konuşma. Onlar senin dediğin kadar cimri değiller. Aksine çok cömert insanlar. Baksana onlar İslâm'ı da, imânı da, cenneti de size brakmışlar. Bundan daha büyük cömertlik olur mu?"
Melih Cevdet Anday 1915 yılında Çanakkale'de doğdu. Doğumundan kısa bir süre sonra ailesiyle İstanbul'a geldi ve çocukluğu Kadıköy'de geçti. Babasının işi nedeniyle Ankara'ya taşınmalarının ardından, lisede Orhan Veli Kanık ve Oktay Rifat'la tanıştı. Edebi hayatına 1936'da Varlık'ta yayımlanan
Sultan Hamid Düşerken, Abdülhamid'in Paşalarından Mehmet Şahabettin Paşa ile başlayan konusunda kızı Nimet ve Damadı Şefik ile arka planda o dönemin siyasi ortamının ele alındığı bir eser.
Nimet babasını İttihatçılar'ın elinden kurtarmak isterken tanıştığı Binbaşı Şefik ile iki şartla evlenecek , babasının vefatından sonrada sürekli artan bir hırsla kocası Şefik'i idare edip yönlendirererektir. Onu siyasette büyük oranda başarılı hamlelerle ilerletip İttihatçılıktan çıkıp tekrar padişaha yakın tarafa geçirdikten sonra nihayetinde Abdülhamid'in karşısına daha üst bir mevki isteğiyle çıkartacaktır. Ancak son tahlilde Nimet ve kocasının durumu pek parlak olmayacaktır. Kitap boyu siyasi ortamın değişkenliğini , Nimet'ın hırslarını ve kocasını nasıl idare ettiğini ve İttihatçıların eski kadrolara yine yer verirken kendilerinin bu işe esasen hazır olmadığını göreceğizve Talat Bey'in ağzından da okuyacağız.
Kitapta Osmanlı Türkçesi kelimeler yer alması bazı okurları zorlayabilir. Yine kitaba girebilmek için birazda tarihe hâkim olmakta yarar var. Epey miktarda siyaset adamının ismi yine kitapta yer alıyor.
"Allaha Hamd ve Resûlüne salât ve selâmdan sonra... Ey irşad isteyen genç! Olgunluk ve mükemmellik yolculuğuna başlayan bir kişinin, her şeyden önce hangi inançlarının olması ve ne gibi amellerde bulunması gerektiğini benden öğrenmek arzuna cevap ve bir sıdk ve savab rehberi olsun diye bu kitapçığı yazdım. Başlatmak, sona erdirmek ve başarıya ulaştırmak ise şüphesiz Allah'a aittir."
Sezai Karakoç'un günümüz Türkçesine kazandırdığı Genç Müslümana Öğütler » isimli bu eserin Arapça aslının adı «Mâ labüdde minhu li'l-murid» olup müellifi Muhyiddin İbn Arabî dir. Arapça aslından « Âdábü'l-Mürid »> ismiyle Osmanlı Türkçesi'ne tercüme edilmiş, 1310/1892 yılında İstanbul'da Mahmut Bey Matbaasında basılmıştır. Kitabın mütercimi olarak zikredilen Muhtar, halk arasında Muhtar Efendi olarak bilinen Giritli Ahmet Muhtar Efendi'dir. Sezai Karakoç, Muhtar Efendi'nin « Âdâbü'l-Mürîd» adlı bu tercümesini sadeleştirerek eserine «Genç Müslümana Öğütler» ismini vermiş, hâtıralarında da bahsettiği gibi M. Cemil müstear ismini kullanmıştır. Bu eser ilk olarak 1965 yılında Bedir Yayınları tarafından basılmıştır.
Kitap sayfa olarak çöldeki kum ise mana ve derinlik olarak sahra cölüdür
Yaban ellere teslim edilmiş nazenin bir dilberin sevgisi yüreklere ne kadar acı verirse, Osmanlı Türkçesini okumayı bilmeyen kişilere satılmış bir el yazması kitap da beni o kadar yandırır.