Serahs’tan Merv’e taşınalı beri, Alpaslan’ı en çok düşündüren şey Merv suyu olmuştu. Aşağılardan tâ güneyden, bir kolunu Herat’tan bir kolunu Gur’dan alan su, iki ayrı yoldan gelip de bir yerde güçlenen Türkmen akınları gibi, yine güneyde, Merv-Irud’da birleşir; daha bir coşkun, uslu ve uysal, düşünceli ve ürkek gelen köklerinden daha bir deli akar, köpürür, öfkelenir ve o öfkeyle Merv’e girerken durgunlaşırdı. Baharları da durgunlaşırdı, yazları da, kışları da. Merv halkını korkutmamak için midir nedir, yoksa az sonra yok olup gideceğinin ürküntüsünden mi, utancından mı nedense sessiz soluksuz kesilip tembelleşirdi; yayılıverirdi. Merv’i çıkar çıkmaz da birden yok olurdu; balçıklar, batak sazları, dikensi, öten yaban ördekleriyle yaban kazlarının arasında usul usul, utançlı, çapaklı bir gizlilikle ana toprağa baş verip sızardı. Ötelerden öylesine deli gelen suyun Merv’den hemen sonra böylesine yok olması hüzün vericiydi; bu hedefine varamayış, bu güçsüzlük, bu varım diye ortaya çıkmışken, çırpına çırpına yolu yarılamışken birden silinmek korkunçtu.. Adım adım izlerinin kuruması, bir ok atımı sonra namı nişanı kalmaması hüzün verici olmaktan da, korkunçluktan da beter bir cehennem azabıydı. Onun için, Alpaslan, Merv Suyu'nu bir türlü sevememişti.