Modern bilimin epistemolojik kabulleri, insan hakkındaki kadim irfanı reddederek yerine yeni bir tanım ikame etmektedir. Modern düşünce, hıristiyanlıkla köklü bir hesaplaşmadan tevellüt ettiği için postulatlarını, bir reddiye mirasının üzerine inşa etmiştir. Ontolojik günah, otoriter kilisenin tutarsız doktrinleri, doğruyu bulmak için din adamlarının kılavuzluğuna zorunlu muhtaçlık, feodal sömürü, bir tarafta hayatı kefaret ödemekle geçen cennetten düşmüş “düşkün insan”, diğer yanda tanrılaşacak kadar yüceltilmiş ulu insan tasavvurlarının kaotik kavşağında ortaya çıkmış bu mantalite, insanı yeniden tanımlarken gözünün yaşına bakmamıştır. Modern paradigma, İsa-Mesihin şahsında tanrılaştırılan insanı, ayakları yere basan bir düzleme indirmek için öyle sert ve acımasızca çekmiştir ki insana has nitelikleri de yok etmiştir. İseviliğin insan anlayışına radikal bir itiraz olarak sahneye çıkan bu yeni bilimci felsefe, eski hali imkansız kılarken yeni hal de pek istikbal vaat etmemiştir. Zira insan artık huzursuz, sıradan bir canlıdır. 19. yüzyılın ortasına gelindiğinde, teknoloji romantizmin tahtını gasp etmiş ve insan doğasının özü sorgulanır olmuştur. Bilimin, krizin dozunu artırıcı keşifleri sayesinde ölümsüz ruh mevta olmuş; insan artık düşmüş bir melekten ‘maymunun tekine’ tefessüh etmiştir.