Biz bu lavanta kokularını bilmeden taşıyoruz Biz bu tavanı bilmeden eski rengine boyuyoruz Bu bizim terliklerimizde ufacık güller oluyor -acaba? Evet, çok değil onları bilmeden hoşa gideriyoruz Sormayın, ama sormayın, bilmeden aralık tutuyoruz kapılarımızı Bilmeden bekliyoruz, bilmeden uyuyoruz sabahlara değin Kim bilir, belki de biz Tanrısıyız en olunmaz şeylerin. Bu bizim en düzenli hareketimiz: olmak Asılıp kalmışız sokak fenerlerine Asılıp kalmışız öyle, görenler bizi görüyor Görenler bizi görüyor ve gidip geliyoruz dikkatle Doğrusu, niye saklıyalım, hepimiz bunu yapıyoruz Ama biz yaşıyorken de bunu yapıyoruz sadece Cansız Ve gidip geliyoruz dikkatle.
Sayfa 187
Dilimiz döndüğünce yazdık.. Uzunca okumaları sevenlere gelsin.
İnsanın beyninin içinde dönen duran düşüncelerle hayatın akışına ayak uydurmasının bu kadar zorlayıcı olacağını düşünmezdim. Daha doğrusu insanın bu kadar düşünebilecek bir varlık olduğunu düşünmezdim. Ne zaman ki bir şeyleri istemsizce düşünürken kendimi buldum, o zaman anladım. İnsan düşünmekten ibaret olabiliyormuş.
Reklam
"Nefret etmediğimiz hiç kimse ya da hiçbir şey yok."
"Niye hepimiz böyle kuyrukta bekliyoruz?" diye sordu Tom en sonunda. "Niye bekliyoruz tükürmek için burada?" Grigsby dönüp bakmadı ona; güneşi tartmakla meşguldü. "Bak Tom, bir sürü neden var." Dalgın bir havayla, artık olma yan cebine, bulunmayan sigarasına el attı. Tom bu hareketi milyon larca kez görmüştü. "Tom, bunun nedeni nefret. Geçmişteki her şe ye karşı duyulan nefret. Soranm sana Tom, nasıl oldu da böyle bir du ruma düştük biz; şehirler yıkıntı halinde, yollar bombalardan delik deşik, mısır tarlalannın yarısı geceleri radyasyonla parlıyor. Berbat bir durum değil mi bu, söylesene?" "Evet efendim, sanırım öyle." "Evet öyle, Tom. Seni tamamen çökerten, harap eden şeyden nefret edersin. İnsanın doğasıdır bu. Düşünmeden yapar belki, ama gene de insanın doğasıdır." "Nefret etmediğimiz hiç kimse ya da hiçbir şey yok." "Doğru! Geçmişte dünyayı yöneten Allahın cezası kişilerin hari ka marifeti. Şimdi bak şu halimize, bir perşembe sabahı; bir deri bir kemik kalmışız, üşüyoruz, mağaralarda, inierde yaşıyoruz, sigara yok, içki yok, festival yapmaktan, festivallerimizden başka işimiz kalma mış, Tom."
Sayfa 28 - RAY BRADBURY GÜLÜMSEME
— Ankara’ya gidecektim, çok önemli bir iş için... Taksiye binip Şişhane’ye gittim ki, terminalden uçak bileti alayım. Terminalin kapısı kapalı, camında bir yazı: “Tamirat dolayısıyla kapalıdır. Biletlerinizi Aksaray’daki büromuzdan alabilirsiniz.” Yine bir taksiye bindim, haydi Aksaray... Ona sora buna sora, Aksaray’da Türk Havayollarının yerini
Sayfa 22 - Bu Memleket BatarKitabı okudu
232 syf.
·
Puan vermedi
Aleme yayılsın, Aşkın Nuru, Uyandır nuranı, uyandır umudu, Aşka düşenin, yoktur gururu, Allah gönlündekini, sana verecek. Merhabalar Ramazan ayından yeni çıkmışken,nefsimizi terbiye ile geçen bir aydan sonra huzurunuza huzur katacak bir kitap önerisiyle geldim. İçeriği öyle dolu ki çok beğendim. Yaradılış gayemizi hatırlamamızı, kalbimizi gerçek
Aşkın Nuru
Aşkın NuruNur Seher Aslan · P Kitap Yayıncılık · 20249 okunma
İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben İşte şu begonya, işte yalnızlık İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda İşte yok oluşumdan doğan kent Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız Ben dediğim koskocaman bir oyuk Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki Yetişip
Reklam
Çoğullama
Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor - acaba? Evet, çok değil konuşurken düzeltiyoruz Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz Ama biliyorsunuz ki gene de Hepimiz, işte hepimiz Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde. Gözler mi? Tavana dikili, hayır,
Sofra kurulmuştu ben gittiğimde. Çocuklar evdeydi. Ayşe üniversite son sınıfta. Nasıl Nurten'e benziyor anlatamam. Aynısı. Sakin bir çocuk o da. Hiçbir aşırılığı olmadı Ömrü boyunca. Okula gitti, geldi. Ödevini yaptı, kitabını okudu, çağırdık yemeğe geldi, sofrayı topla kızım dedi annesi, kalktı sofrayı topladı. Babana çay koy, dedi, kalkıp çay koydu. Annesi ne söylerse onu yapıyor. Salih bitirdi üniversiteyi, yüksek lisans yapıyor şimdi. Ne olacak hiç bilmiyorum. Bekliyoruz bakalım. Evlenip gitseler de işimiz bitse bunlarla diyorum. Ben öyle babam gibi yemeğe gelin falan demeyeceğim hiç. Gelen gelir, gelmeyen kendi bilir. Özgür olsun çocuklar, canları nasıl istiyorsa öyle yaşasınlar. Birimizin kasveti hepimize bulaşıyor böyle. Neşe bulaşıcıdır falan diyorlar. Yalan. Neşe kolonya gibi bir şey. Dökünüyorsun, o an ferahlıyorsun. Sonra uçup gidiyor burnundan, elinden, üzerinden. Kasvet öyle değil ama, zamk gibi, bulaşıyor ve dokunan herkese yapışıyor.
Murakabe; Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etme alışkanlığı kazanmaktır. Çünkü Rabbimiz; "Allah herşeyi gözetmektedir" buyurmuştur (el-Ahzab 33/33). Cibril hadisinde de murakabeye işaret vardır. Cibril Hz. Peygamber (s.a.s)'e; "Bana ihsanı anlat" dedi. Rasulullah (s.a.s) de; "İhsan, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen onu görmesen de O, seni görüyor" buyurdu. Bu murakabe halini; insan, oruç ibadetini yerine getirirken farkında olmadan pek âlâ yaşıyor. Mesela bir hanım mutfakta yalnızken etrafında da kimse yokken yine de yemekten az dahi olsa tadamıyor çünkü orucunun bozulacağını biliyor. Çünkü Allah'ın onun yaptığı fiili gördüğünü biliyor. Bir erkekte öyle, her ne kadar kimsenin göremeyeceği sote bir yere gitse de, yine de ağzına bir şeyler atıp orucuna devam etmiyor. Çünkü Allah'ın onu daima gördüğünü biliyor. Peki bu halimiz oruçtan sonra neden devam etmiyor? Neden Allah bizi görüyormuşçasına yürüyemiyoruz sokaklarda ? Neden Allah bizi görüyormuşçasına oturamıyoruz bir yerlerde ? Daima murakabe halinde yaşamak için neyi bekliyoruz ? Bunu başarabilmek için gayretimiz var mı ? Oruç hala anlatamıyor mu sana acizliğini ? Bak her gün yaptığın basit bir fiili, bir bardak su içmeyi bile Allah'ın izni olmadan yapamıyorsun bu kadar acizsin demiyor mu? Peki nedir hala bu gaflet ? Ölmeden, ölmeyecek miyiz ?
Sinek, pire, tahtakurusu ve emsali haşerelerin babaları, dişilerini ve yavrularını beslerler mi? Bunlar öyle yerlere yumurtlarlar ki yavrular kabuklarından çıkar çıkmaz yiyeceklerini hazır bulurlar. Analarının ve babalarının yardımlarına muhtaç olmadan kendi kendilerine beslenirler. Çünkü insan çocuğu, bu nimetleri kendi kendine bulup yiyecek bir yaradılışta dünyaya gelmemektedir. İşte, tabiatın, dünyamızda yaşayanlar hakkında düşünmeyi unutması, şefkatsizliği, insafsızlığı buradan geliyor. Bu toprak anamız, yiyeceğimizi göğsünden bir emzikli gibi kolayca vermiyor. Toprağı eşiyoruz, tohumu atıyoruz, sonra suyun ve güneşin lütfunu bekliyoruz. Çok defa bu iki kuvvette bir denklik görülmüyor. Bazen birisi yakıyor, öteki çürütüyor. Hemen daima kıtlık yılları yaşıyoruz. Sonra hükümetler ağır vergilerle, tabiatın bize bezdirici alın terleriyle verdiği bu ürünlerin fiyatlarını yükseltiyorlar. Tabiatın bu insafsızlığına sonra insanlarınki de karışıyor. Ah, halbuki böyle yaşanmaz. Gıdamızı bir arı gibi istediğimiz güzel kokulu çiçeklerden serbest toplamalıyız.
Sayfa 119Kitabı okudu
Reklam
Bazı insanların bazı meselelerde özlenmesi hk.
yine bir seçim daha ve sensiz.. seçim çalışmaları, seçim aşkı, siyonizme kafa tutma, Ümmeti bir araya getirme vesaire hiçbir sevdamız kalmadı gibi sanki dünyayı kurtarmak adına.. oysa senle iken ben zalimi boğazından tutup parçalayacak, ümmeti bir arada şevkatle kucaklayacak gibi hissederdim kendimi.. şimdi mi? o şunu yapmış, bu şunu demiş siyaseti.. adeta kocakarı yaygarası.. oysa biz öyle miydik Hocam? hani biz İsraili haritadan silip, Filistinli çocuğun elinden tutacak güçken iki götü bokluyu düşman veya iki sümüklüyü düşman belleyip kumsalda kumdan kaleler yapıyoruz.. hâlâ seçim meydanlarına çıkarmayıp yetim gibi seni bekliyoruz.. Sezai abimizin deyimiyle bir kez daha seni anıyoruz.. var olan ne ki, bizi yokluğuyla üzenler vardır.. Evet, ben bu yazıyı yıllar evvel yazmıştım. Yine aynı duygularım duruyor. Mevlam hocama gani gani rahmet eylesin, âmin. Çok şey diyemiyorum, anlatamıyorum...
Zapt edilemiyor kırılmış umutlarıyla sürünen bir beden... elvedalar sükûnu kaçmış bir huzur gibi şimdi... bir başka yerde, bir başka şekilde arıyoruz kaybettiklerimizi; kırgınlıkların semtinde, ellerimiz, ayaklarımız kan revan biçimde ve karmaşık bir zihinle... Direniyoruz yine de öyle yahut böyle! Dudaklarımızdan isyankâr kelimeler dökülse de yaşam denilen; acı bir gerçek... -Kimi direnirken düşüyor, ansızın... kimine iniyor gerçekler; geceleyin, bir kâbus gibi... kimisi de sağlığına rağmen bir yanı eksik, yalpalatan hayatta. Zincirler, prangalar vurulmaya çalışılan bedenimizle bir miktar ölü, bir miktar diriyiz; hepimiz... Kavuşmaları bekliyoruz, avlanmış hayatımızı çekip alacak beyazlığa... O zaman anlarız yine... yaşam diye, bir dehşeti yaşamışız.
Çoğullama
I Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor —acaba! Evet, çok değil, konuşurken düzeltiyoruz Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz Ama biliyorsunuz ki gene de Hepimiz, işte hepimiz Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde. Gözler mi? tavana dikili;
Çoğullama
Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor - acaba? Evet, çok değil konuşurken düzeltiyoruz Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz Ama biliyorsunuz ki gene de Hepimiz, işte hepimiz Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde. Gözler mi? Tavana dikili, hayır,
Resim