"Bugün kalbimi eski bir plak gibi
Öyle çok tersine çevirdim ki:
Bazı şarkılar vardır
Cızırtılı bir yağmur gününü anlatır
Uzaklarda süren sarı yağmurluklu bir hayatı
Deniz bazen kendini kaldırımlara fırlatır,
Bir zaman -Allah rahmet etsin- mühim bir zât kayığa binmekten korkuyordu. Onun ile beraber bir akşam vakti, İstanbul'dan köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyyüb'e gitmeğe mecburuz. Israr ettim. Dedi: "Korkuyorum, belki batacağız!" Ona dedim: "Bu Haliç'te tahminen kaç kayık var?" Dedi: "Belki bin var." Dedim: "Senede kaç kayık garkolur." Dedi: "Bir-iki tane, bazı sene de hiç batmaz." Dedim: "Sene kaç gündür?" Dedi: "Üçyüzaltmış gündür." Dedim: "Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üçyüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan; insan değil, hayvan da olamaz!" Hem ona dedim: "Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?" Dedi: "Ben ihtiyarım, belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır." Dedim: "Ecel gizli olduğundan, herbir günde ölmek ihtimali var; öyle ise üçbin altıyüz günde her gün vefatın muhtemel. İşte kayık gibi üçyüzbinden bir ihtimal değil, belki üçbinden bir ihtimal ile bugün ölümün muhtemeldir, titre ve ağla, vasiyet et!" dedim. Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim.
Yaşam baştan sona enteresan bir yolculuk. Küçük bir çocukken defalarca düşüyoruz, acıyoruz, dizlerimizden kanıyoruz. Ve sonra yavaş yavaş büyümeye başlıyoruz. Büyüdükçe “mükemmel” bir dünyanın, “mükemmel” bir insan olmanın hayalini kuruyoruz. Düşmelerimiz artık daha fazla canımızı acıtıyor, çünkü artık kendimizle ilgili yargılarımız var: “Nasıl düşerim? Nasıl böyle bir hata yapabilirim?” gibi sorgulamalara giriyoruz.
“İnsanın kendine yaptığı kötülüğü kimse ona yapamaz.” Başkalarını kolaylıkla yargılama hakkını buluruz kendimizde, fakat bilmeyiz ki en büyük yargılarımız kendimize, en büyük derdimiz kendimizle. Yaşadıklarımız bazen o kadar ağır olur ki, içimize dönme cesaretini göstermek zorunda kalırız, çünkü nefessiz kalmışızdır. Başkaları bizi anlamıyorken, asıl kendimizi anlamadığımız gerçeğini idrak etmek kolay mıdır? Her zaman değil. Ancak üzerinde düşünmeye her zaman değer…
“Öyle sırlar var ki; arar durursun ömrün boyunca.
Gösterdiğin çaba ve liyakate göre bulduğunu zannedersin.
Ne zaman ki aramaktan vazgeçersin, dalarsın dünya işlerine.
İşte o vakit sana gelir, o tüm aradığın sırlar bir bir peşi sıra.
İnsanlar buna mucize derler, sen ise saklarsın yüreğinde.
Ne aradığını bilene, bir çiçeğin akşam vakti örtünüp
Sabah güneşiyle yapraklarını olabildiğince açışı bile yeter.
Ne zaman ki gölgen vazgeçmiştir peşinde olmaktan,
Güneş olması gereken en yüksek noktadadır,
Sırrın sır olmadığını anladığın vakit
İşte Olman gereken en iyi durumdasındır
-“Ezilen bir kadın hikayesi anlatırken her seferinde neden bu cehaletle örtüşür veya bu cehaletin arkasında neden sürekli din ifade edilir? Onu merak ederiz.” der ve bu romanın içerisindeki bazı cümlelerin arasında yürümeye başlıyoruz.
-Kızcağız şöyle sesleniyor daha sayfaların baş kısmında: “Bak canım hangi kapıdan çıktıysa aynı kapıdan
Bir çiçek çizdim bu akşam avcuma /İsmini her şey koydum
Didem Madak' ın son şiir kitabını da bitirmiş bulunmaktayım.Biraz neşeleneyim diye okumuştum ama bu durum hüznüme hüzün kattı.Dönüp sık sık okuyacağım galiba yeni mısraları olmasını dileyerek.Her satırında yaşanmışlık vardır bu beni daha da içine çekiyor. Ahhh diyorum sonra Ah
"Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı'nın eliydi,