Az sonra localarında yerlerini alırlarken "Hiç kadın oyuncu adı söylemediniz dedeciğim" dedi."Mınakyan'dan söz açıldı da onun için öyle konuştuk. Olmaz mı hiç Afife! Eliza Binemeciyan var mesela kadınlardan.
"Hiç Müslüman kadın oyuncu yok mu?"
"Yok maalesef."
"Neden dede?"
"Müslüman kadınların sahneye çıkması yasak da ondan!"
“-Higgins, kızın da bazı duyguları olabileceğini biraz düşünmüyor musun?
-Hayır, sanmıyorum. Hiçbir halde endişeleneceğimiz duygulara sahip biri değil o. Öyle değil mi Eliza?
-Benim de herkes kadar duygularım var.”
O dediğim Eliza, John ve Georgiana şimdi oturma odasında, ateş başındaki bir kanepeye uzanmış yatan annelerinin çevresini sarmışlardı. Mrs. Reed (bu kez ağlayıp kavga etmeyen) çocuklarıyla çevrili olarak, çok mutlu görünüyordu. Aralarına katılmayı bana yasaklamıştı. Beni öyle ayrı tutmak zorunda kalışı onu da üzüyormuş. Ama benim daha insan canlısı, daha çocuksu bir huy, daha şirin, neşeli tutumlar, yani şöyle daha az sinsi, daha rahat bir tutum edinmek için canla başla çalıştığımı Bessie’den duyuncaya ya da kendi gözüyle görünceye kadar beni yalnızca yaşamlarından hoşnut, mutlu çocukların hakkı olan ayrıcalıklardan yoksun bırakmak zorundaymış.
"Nobel'e aday gösterildin, Calvin," diye hatırlattı ona Eliza beth. Kalan patateslerin üzerine kapağı çat diye kapattı. "Beş yıl içinde üçüncü adaylığın. Ben kendi çalışmalarımla değerlendiril-mek isterim, insanların benim yerime senin yaptığını düşündüğü işlerle değil."
"Seni tanıyan hiç kimse öyle bir şey düşünmez."
Elizabeth saklama kabını vakumladı, sonra dönüp Calvin'e baktı. "Sorun da bu ya. Kimse beni tanımıyor."
Elizabeth hayatı boyunca böyle hissetmişti. Kendi yaptıklarıyla değil, başkalarının yaptıklarıyla tanımlamışlardı onu.
MUSA’NIN NECİP(!) EVLATLARI BİLSİNLER Kİ:
Yahudi denilen mahlûku dünyada Yahudi’den ve sütü bozuklardan başka hiç kimse sevmez. Çünkü insanlık daima kuvvete, kahramanlığa ve iyiliğe tapındığı halde Yahudi zilletin, korkaklığın, kötülüğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur. Dilimizdeki ‘Yahudi gibi”, “çıfıtlık etme”, “çıfıt çarşısı”, “havraya
.. Chuk. Skoru biliyor musun? Doug Walters oyuna girdi mi?"
"Hiçbir fikrim yok."
"Hass..." diye tısladı ve parmaklarını şıklattı. "Sen işe yaramazsın, Chuk."
"İşinize yaramaz mıyım? Şimdi ne yapmam gerekiyor?"
"Bilmiyorum." Jeffrey gülümsedi. "Gidip Eliza Wishart'ı bul. Çayırda piknik yapın, papatyalardan taç yapın ve... neydi o? Çoşmak! Gidip çayırlıkta coşun."
"Sanırım seni diri diri kesmeyi tercih ederim. Kendi ellerimle."
"Nonoş!"
"Bunun neresi nonoş be?"
"Bilmiyorum. Ama öyle işte."
Gençlik aynı zamanda bekâret fuhuşu konusundaki tartışmnın ve yenilikçilerin buna son vermeye yönelik özel ve yoğun
çabalarının da olmazsa olmazıydı. Bu tartışmanın konusu, çcuk olmanın kültürel ve yasal anlamının yeniden tanımlanmasından başka bir şey değildi. 1885’ıe Ceza Kanunu Değişikliği Tasarısının kabul edilmesiyle İngiltere'de cinsel nza