"Benimle o kadar sert sevişmeni istiyorum ki," dedim, "her şeyi unuttur." Sergei beni kıçımın altından tutup kaldırdı ve ön kapıya doğru taşıdı. Bacaklarımı beline doladım ve yüzünü avuçları- mın içine alıp her yerine öpücükler kondurdum. Kusursuz bur- nuyla başladım, sonra alnına ve kaşlarına geçtim, her bir detayı hafızama
Sayfa 210
Bizler miyiz acaba ömrü hayatımızın mimarları yoksa öyle olduğumuzu mu sanıyoruz boş yere?
"Biz birbirimiz için doğru insan mıyız yani?" "İnkâr edemem ama hayatıma senden başkasını da kabul edemem... Öyle bir geldin ki bana, senden başka tüm yolları kapattın sanki."
Sayfa 432 - EphesusKitabı okudu
"Dünya öyle bir yere dönüşüyordu ki, o bile nereye gittiğini bilmeyen bir tavır içerisinde. Kendisiyle birlikte insanlığı da oluk oluk bir manasızlık, vicdansızlık, maneviyatsızlık denizine akıtıyor. Denizler okyanus oluyor, önünü alamadığımız bir hale varıyor, onu durdurmaya çalışan her şeyi yerle bir ediyor. Farkında değil kimse ama bu gidiş suya değil, sûra yaklaştırıyor. İnsafımızdan olmuşuz yitirmişiz onu, enaniyetimiz bizleri öylesine esir almış ki kendimizden başkasını düşünemez bir hale bürünmüşüz. İnsan sormadan duramıyor 'Fe eyne tezhebûn'? Peki, bunlar neden oluyor diye soruyor muyuz kendimize bilmiyorum. Bunlar başımıza neden geliyor farkında mıyız onu da bilmiyorum. Acaba bizler artık yüce yaratıcının habibini dinliyor muyuz onu sorarken bile korkuyorum."
Genç nesli değil, kendinizi suçlayın. Siz nasıl yetiştirdiyseniz, gençler de öyle olacaklar. Gençlere terbiye verdiğinizi söyleyebilir miyiz? Hayır! İşe önce kendinizden başlayın, binayı sonra inşa edersiniz.
Biz Kızılderili diyorduk, halbuki derileri sarı-siyah renkteydi. Amerikalılar da Indian (Hintli) diyorlardı. Bu da yanlıştı, Kristof Kolomb’un hatasıydı. (…) Sandviç’in tarihi de ilginçti; 18. yüzyılda yaşayan İngiliz lordu Earl of Sandwich, kumarbazın biriydi. Kumara öylesine düşkündü ki, yemek yemeğe oturacak vakit bulamıyordu. Bir yandan kumar
Sayfa 165Kitabı okudu
GÖLGELERİN İÇİNDEKİ SESSİZLİK
Burnundan soluyan Burcu o anda tek kelime etmeden polislere öfkeli bir yüz ifadeyle bakarken, ‘’Öyleyse artık gidebilir miyiz?’’ diye sordu. Berkant. ‘’Henüz değil.’’ dedi. Tüm ciddiyetiyle! Polis memuru Yavuz! ‘’Öncelikle polis arkadaşlarımızın kontrolünde hastaneye gideceksiniz ve bazı sağlık kontrollerinden geçirileceksiniz. Yarın öğleden sonra açıklanacak test sonuçlarına göre durumunuzu değerlendireceğiz.’’ diye devam etti. ‘‘Benim aklım başımda ve ben gayet sağlıklıyım. Dilediğiniz testi yaptırın umurumda değil.’’ dedi. Öfkeli sessiyle! Burcu. ‘’Burcu hanım, ben de öyle umuyorum. Bu arada test sonuçları açıklana kadar şehirden ayrılmak yok. Bu bir rica de-ğil, bilmem anlatabildim mi?’’ diye yanıtladı. Polis memuru. ‘’Evet memur bey, bu gayet açıklayıcı oldu.’’ dedi. Öfkeli tavrıyla! Berkant. Parıltılı, yaldızlı resmi üniformaları içindeki iki polis memuruyla birlikte hastanenin yolunu tuttular. Tam hastanenin kapısının içeresinden gireceklerdi ki o sırada Burcu, sağ tarafındaki polis memuruna dönerek şöyle dedi: ‘’Memur bey! Keşke yaldızlı resmi kıyafetlerle gelmeseydiniz. Bakın insanlar nasıl da bize bakıyor. Sanki suçluymuş gibi! Bütün gözler bizim üzerimizde!’’
Sarsıcı sorgu
Ama hepimiz öyle değil miyiz? Plan yaparız. Hayal kurarız. Umut ederiz.
Sayfa 224
Cehennem(ler) ile dolu bir dünyada mıyız?
Cennet nasıl bir yer dense bana tek cümle ile bunların olmadığı yer derim. Yani iyiyi seçemeyen, iyiye dönemeyen, yükseğe burun kıvıran, inatla, küfr-ü inadi ile iyiye iyi demeyen, ardını dönüp giden, bir de o hali ile alay edenler kalabalığı. Bunların olmadığı, bunların helak bulduğu yer her neresi ise orası cennettir. İsterse öyle ağaç yeşillik olmasın, bir kuru kaya, bir yudum su ama şerefli ve hakikatperver insanlar olsun, yine cennettir, hem de alası,"
Voldemort usulca, "Hoş geldiniz, Ölüm Yiyen'ler," dedi. "On üç yıl... son buluşmamızdan bu yana on üç yıl geçti. Ama siz yine de benim çağrıma sanki dün buluşmuşuz gibi karşılık verdiniz... demek ki hala Karanlık İlaret'in altında birleşmiş haldeyiz! Acaba öyle miyiz?"
İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben İşte şu begonya, işte yalnızlık İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda İşte yok oluşumdan doğan kent Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız Ben dediğim koskocaman bir oyuk Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki Yetişip
Biz umut oluyoruz. O deli atın kişnemesi kayaları yerinden oynatıyor. Bin yıllık, bin bin yıllık kıpırdamaz kayaların yüreklerini hoplatıyor. Biz de öyle değil miyiz? Bir işe yarıyoruz Hocam.
Yapı Kredi Yayınları
Biz fakirler...
"Siz İstanbul'da bulgur aşı yemezsiniz, öyle ya? Bulgur aşını köylü milleti yer!" "Aç kalalım da bak, yer miyiz yemez miyiz?" "Aç kalsanız da kulak verme! Kaşığın ucuyla yersiniz. Müdür bey 30-40 lira aylığı olduğundan evinde hiç bulgur aşı pişirmezmiş... Bulgur aşı iyidir oysa... Ne demişler? 'Tarhana çorbası tarlaya kadar, bulgur aşı akşama kadar" demişler. ..."
Sayfa 121 - Ketebe yayınları...
Ben mi dünya için önemliyim yoksa dünya benim için mi? Yoksa biz de emek ve sermaye miyiz?… Kıyamet günü için kasko yaptırmak istesem BMW‘ye ne kadar prim isterler acaba?… Emin olmamak hiçbir şeyden, tereddüt etmek aynadaki görüntüden, doğal bir uyuşturucu gibi. Muz kabuğu ya da kurbağa sırtı yalamaya benziyor. O kadar tereddüt ediyor ve şüphe ediyorsun ki fazla düşünmekten uyuşuyorsun. Bütün ihtimalleri hayal ediyorsun. Bütün sonuçlarıyla. Birileri buna halüsilasyon diyor. Oysa hayatın kendisi halüsinojen. Oksijenin kendisi uyuşturucu. Öyle bağımlısı olmuşuz ki birkaç dakikalık eksikliği öldürüyor…
Resim