hayatta bazen her şey istediğimiz gibi olmayabiliyor. maalesef gerek aile gerek arkadaş bazen ise canından öte sevdiğin insan sana zarar verebiliyor. kimseye boyun eğmemeyi en sevdiğin insanların verdiği zarardan görmek insanın fazlasıyla canını acıtıyor belki kalbini acıtıyor, hissedersin bazen kalbinin gerçekten acıdığını, lakin insanı en çok yıpratan yoran şey ise bana soracak olursanız bence çaresizlik. yani demem şu ki elinden hiç bir şeyin gelmiyor olması, çaba vermek istersin ama sonuç alamazsın ya, buda insanı en çok yoran şey kısacası belirsizlik işte ya. canın yanar camı açar pencereden dışarı bakarsın derin nefes almak istersin ama aldığın nefesi alamazsın aslında anlamazsın hiç bir şey boş gelir batar o nefes insana, çünkü canın acıyor yapamıyorsun sesini çıkaramıyorsun elinden sadece izleme, susmak belki yeri geldiğinde keşke yapmasak ama isyan etmek. hayat insanı yoruyor evet bunu hepimiz biliyoruz. güzel şeyler sanki gün geçtikçe tamamen uzaklaşıyor gibi gelmiyor mu ya size de sanki her şey çok kötü sadece kötü şeyler oluyor gibi değil mi? bazen bana öyle geliyor. bazı insanlara bunu desek anlık duygu ile bunları düşünüyorsun vs diyeceklerine o kadar eminim ki. oysaki hayır insan üzülünce hayattan darbe alınca hayatın gerçekleri ile yüzleşiyor aslında bakılırsa. ve bence asıl o zaman herkes gerçekten içinden geldiği gibi konuşuyor içinden geldiği gibi davranıyor. ya ne kadar yazsam ne kadar anlatsam da asla içimdeki bu acı kırılan bu kalbim yanan canımın acısını asla unutmayacağım ve kelimeler yetersiz kalacak..... hayata devam etmeli miyiz, hayat yaşamaya değer mi????
Voldemort usulca, "Hoş geldiniz, Ölüm Yiyen'ler," dedi. "On üç yıl... son buluşmamızdan bu yana on üç yıl geçti. Ama siz yine de benim çağrıma sanki dün buluşmuşuz gibi karşılık verdiniz... demek ki hala Karanlık İlaret'in altında birleşmiş haldeyiz! Acaba öyle miyiz?"
Reklam
288 syf.
4/10 puan verdi
·
9 günde okudu
Helloooo ~ Nasılsınız bakalım? Bayram tatili yoğunluğu ve telaşesi arasında kitap okumaktan vazgeçmeyenler olarak burada mıyız? Carolina Comets serisinin ikinci kitabı Kör Atış keyifle başladı ama sevimsiz bitti. Kitap kurgusu tam bir klişeler silsilesi. Başlarda bu klişe güzel gibiydi ama bir noktadan sonra çok sıkıldım. Romantik kitapların kelime dağarcığı çok basittir lâkin sürekli temcit pilavı gibi aynı kelimeleri sürekli sürekli okumak, okurken sürekli bir tekrarın içine düşmek beni aşırı rahatsız etti. Konu bildiğimiz onlarca kez okuduğumuz türde, Vegas'ta olan Vegas'ta kalmayıp medyaya karşı sözleşmeli evlilik ile başlayan, aşık olunca inkar süreciyle devam eden bir kurgu. Tabii ki harikalar yazılsın beklemiyordum ama asla hayır deyip beş dakika sonra dediklerini yutulması bence waaoww değil ıyyy'lık bir durum. Kitabın son sayfasını kapattığımdaki düşüncem üçüncü kitabı almayacağım yönündeydi. Hâlâ da öyle. Oku bitir türünde kitapların minnakta olsa sevilmesi gerekir ama yok ne ettiysem bunu sevemedim. Tavsiye kısımda kararı tamamen sizlere bırakıyorum. Bana sorarsanız almayın OKUMAYIN ve OKUTMAYIN derim . KitapRüyasından Sevgilerle
Kör Atış
Kör AtışTeagan Hunter · Pukka Yayınları · 2024390 okunma
yeniden yeşertebilecek miyiz hayatı, portakal çiçeği kokusuna, sokaklara taşan bahara yeniden umudu sığdırabilecek miyiz,,, gelecek günleri yalnızca birer karartıdan, ölümlerden ibaret görüşümüzün sızısını dindirebilecek miyiz usulca da olsa... öyle kararıyor ki her şey bazen, tek gerçek ölüm oluyor, ölüler ve onların mezarları ve harabeleşmiş kentimiz,,, tek gerçeğimiz... sanki bir daha çiçeklenemezmiş gibi yaşam, portakal çiçekleri de bahar da umuttan haber getirmez gibi bunca kıyımın ardından, tüm devrimler uyanışsız uykularında boğulmuş gibi, her şeyin sonuna en yakın olanlar bizlermişiz gibi, en çok biz ölmeliymişiz gibi, tuhaf mı bu, yoksa yakın mı gerçekliğe... bilmiyorum.
İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben İşte şu begonya, işte yalnızlık İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda İşte yok oluşumdan doğan kent Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız Ben dediğim koskocaman bir oyuk Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki Yetişip
Ben mi dünya için önemliyim yoksa dünya benim için mi? Yoksa biz de emek ve sermaye miyiz?… Kıyamet günü için kasko yaptırmak istesem BMW‘ye ne kadar prim isterler acaba?… Emin olmamak hiçbir şeyden, tereddüt etmek aynadaki görüntüden, doğal bir uyuşturucu gibi. Muz kabuğu ya da kurbağa sırtı yalamaya benziyor. O kadar tereddüt ediyor ve şüphe ediyorsun ki fazla düşünmekten uyuşuyorsun. Bütün ihtimalleri hayal ediyorsun. Bütün sonuçlarıyla. Birileri buna halüsilasyon diyor. Oysa hayatın kendisi halüsinojen. Oksijenin kendisi uyuşturucu. Öyle bağımlısı olmuşuz ki birkaç dakikalık eksikliği öldürüyor…
Reklam
Yumruğunu sıktı: kuvvetli eller. Başarır mıyız dersin Olric? Kollarını, sandalyenin iki yanına dayayarak gerindi. “Daha vaktim var, daha vaktim var,” diye söylendi. Vaktim de var, içim de var. Bütün kuvvetimle mi atılacağım maceraya? Onu bile korumayacak mıyım? Onu, o “şey”i? Kimsenin bilmediği bir parça: tarifi güç, gene de varlığını çok iyi bildiği “şey”. Onu da tehlikeye atacak mıydı? Bütün Turgut’u hiçbir zaman teslim etmemişti. Hiçbir zaman. Onu kendine saklamıştı. Değerini yalnız Turgut’un bildiği bir “şey”. Başkaları da birçok şeyler saklarlar insanlardan: gene de bir şey kalmaz kendilerine. Bu “şey” öyle değildi. Anlatılsaydı değeri kalmazdı ki. Bu nedenle anlatılamazdı. Bu “şey”i birine verseniz de farkında olmaz aslında. İnsan uzun uzun anlatsa, “onun” kendine güven verdiğini söylese, merak ederler belki. Fakat görünce bir “şey”e benzetemezler muhakkak. Bu muydu, derler o “şey”. Verdiğiyle kalır insan. Ezer, buruşturur, yere atarlar. Bazı ukalalar da Latince isimler takarlar bu “şey”e. Tarifler, benzetmeler... Ben ne dediğimi biliyorum. Benim, Turgut Özben’in özbenliği. Kelime oyunu yapıyorum, oyuna getiriyorum. Kendimi ele vermiyorum
Sayfa 127 - İletişim Sinan Yayınları İkinci Bölüm
Ah biçare kadınlar! .. Bizi hiç insan yerine koymazlar. Babalarımız istedikleri adama bizi hediye vericeesine verirler. O adamların huyuna suyuna hiç bakmazlar. Biz o adamlarla geçinebilecek miyiz, orasını hiç düşünmezler. Bize bir kere olsun "Falan adamı koca olarak ister misin?" yahut "Kimi koca istersin?" diye sormak yok. Bize sadece "İşte seni falan adama vereceğiz" derler biz de ses çıkarmayız. Ama gönlümüz ne der? "Yarabbi, babamın söylediği adam genç olsun, güzel olsun, iyi huylu olsun." Gerçi bazen öyle çıkar. Fakat bazen de tam tersi olur. Gider bakarız ki bize koca olacak adam altmış yaşında yahut bir gözü kör yahut burunsuz yahut sarhoş yahut ahmak ...
88 syf.
10/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Video: youtu.be/Xk1sYFD_X50 On İkiye Bir Var. Haldun Taner'den okuduğum ilk kitap. On İkiye Bir Var; 7 öyküden ve 87 sayfadan oluşuyor. On İkiye Bir Var, 1954 yılında yayımlanmış. 1955'te ilk Sait Faik Hikâye Armağanı'nı alan iki kitaptan biridir. Kitaptaki öykülerde; toplumsal eleştirinin yanı sıra, insanın hayat
On İkiye Bir Var
On İkiye Bir VarHaldun Taner · Yapı Kredi Yayınları · 2015939 okunma
Her ișin bașı, bel kemiği ve zirvesi nedir, sana söyleyeyim mi?' Ben "Tabii, buyur ya Resulallah!" deyince sözlerine şöyle devam etti: _ 'İşin bașı İslam'dır. Belkemiği namaz ve zirvesi de cihattır. Peki bunların tümünü ayakta tutan şey nedir, sana söyleyeyim mi?' Ben "Tabii, buyur ya Resulallah!" deyince Peygamberimiz dilini tutarak şöyle buyurdu : 'Bunun sana zarar vermesine meydan verme.' Ben kendisine 'Ya Resulallah! Bizler söylediğimiz sözlerden sorumlu tutulacak mıyız?' diye sordum. Bana șöyle cevap verdi: - 'Hay anası üzerine ağlayası! İnsanların cehenneme yüz üstü kapaklanmalarının sebebi, dillerinin ürünlerinden başka nedir ki?"
Reklam
Öyle miyiz?
...içimde öyle bir şeytan var ki... bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş... Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız...
Güvensizlik ahlaksızlığı, ahlaksızlık da güvensizliği üretir. Demek ki güvensizliğimizin sebepleri yalancılık, aldatma, ikiyüzlülük, tamah gibi görünse de tektir; ahlaksızlık. Efendimiz (a.s) buyurmuş: "Müslüman elinden ve dilinden herkesin emin olduğu kişidir." Öyle miyiz gerçekten?
Sayfa 279Kitabı okudu
Ne işin var düğün evinde...
“Hayât-ı âile” isminde bir maîşet var; Saâdet ancak odur... dense hangimiz anlar? Hayât-ı âile dünyâda en safâlı hayât, Fakat o âlemi bizler tanır mıyız? Heyhât! Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle; Evinde akşam otursan kemâl-i izzetle; Karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa, Dolaşsalar, seni kat kat bu hâleler sarsa; Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı? İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı? Karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun; Anan, baban birer âgûş-ı ilticâ-yı masûn . Sıkıldın, öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer, Fezâ kadar sana vâsi’ gelir bu dar çember. Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve? Gelin de bir bakalım... Buyrun işte bir kahve:(...)"
Sayfa 127 - Beyan Yayınları | Mahalle KahvesiKitabı okuyor
Dil konusu gelince Mustafa Hoca'nın ilgisi hemen artıyor. Bu meseleyle az uğraşmamış, defterler doldurmuş. İşte küçük bir deftere Türkçedeki beş yüze yakın kelimenin nereden geldiğini yazmış: • Diploma; Yunancada iki kere katlanmış anlamına geliyor. • Defter de aynı dilde 'diphteria' yani yüzülmüş hayvan derisinin değişik bir
Sayfa 166 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.