Birbirine aşık iki insanı ayıran azgın bir nehir olduğunu öğrendi. Korkular, kompleksler, beklentiler, egolar, şüpheler ve kaygılar nehriydi bu... Güçlü akıntıların etkisiyle zaman zaman kabaran ve bulanıklaşan bu hırçın suyun öteki yanındaki sevdiğinize ulaşmak için tek bir şansınız vardı: Sadece onun aşkına güvendiğinizde varolan bir asma köprü... Bazen onun sevgisinden şüpheye düşerdiniz. O zaman köprünüz zayıflar, onu tutan halatlardan bazıları kopar ve karşıya geçmek güçleşirdi. Yine de sağlam kalan bir kaç halatın sayesinde geçerdiniz. Ama bazen öyle anlar gelirdi ki sevildiğinize dair tüm inancınızı yitirirdiniz. İşte böyle zamanlarda kabaran dalgalar biricik köprünüzü yıkar, sular batıp çıkan tahta ve halat parçacıklarını uzaklara götürürdü. Öteki kıyıda duran sevgilinize bakardınız ve ona tekrar kavuşmanın bir yolunu arar ama bir türlü bulamazdınız. Böyle zamanlarda bazıları çare kalmadığını görüp nehrin yanından uzaklaşırlar, bazıları da kendini azgın sulara atıp karşıya yüzerek geçmeyi denerlerdi. Ama sevildiğini bilmeden ve sadakatten emin olmadan girilen bu nehirdeki akıntılar böyle bir yolculuğa izin vermezdi. Ya egonuz ve beklentileriniz sizi boğardı ya da şüpheleriniz ve korkularınız... Yine de yüzmeye çalışanlardan bazıları hiç vazgeçmezler ve ömürlerini aslında bataklık olan o karanlık sularda çırpınarak geçirirlerdi. Çünkü akıllarına yakınlarda bir yerlerde başka bir aşk ve başka bir nehir daha olabileceği gelmezdi. Daha ilk baştan nehri geçemeyeceğini anlayıp uzaklaşanlarsa, hayatları boyunca 'acaba yüzebilir miydim' diye sormaktan kendilerini alamazlardı.
Sayfa 106Kitabı okudu
Bazen düşünüyorum da, düşlerimi birleştirerek kendime kesintisizce akacak ikinci bir hayat kursam ne hoş olurdu, günlerimi düşsel konuklarla, uyduruk insanlarla geçireceğim, acısını da keyfini de yaşayacağım ikinci bir hayat. Öyle bir dünyada başıma felaketler gelir, büyük sevinçler üzerimde erirdi. Ve bana dair hiçbir şey gerçek olmazdı. Ama herşeyin kendine has, muhteşem bir mantığı olurdu, herşey haz verici bir yalanın ritmiyle akıp giderdi, herşey ruhumdan yapılmış bir şehirde olup biterdi, ruhum ise sakin bir trenle içimde çok uzaklara, çok uzaklardaki bir perona gidip kaybolurdu... Ve bütün bunlar hem dış hayattaki gibi, hem de Güneşin Ölümü'ndeki estetik gibi açık, kaçınılmaz olurdu.
Sayfa 164
Reklam
Kaybettiğimiz ruhlara, Tam 13 yıl oldu. Eğer Tanrı varsa ve canı sıkıldıkça dünyayı çeken uydusundan burayı izliyorsa, benim gibi kadınların kanallarına denk geldikçe kanalı değiştiriyordur. Bizi eski bir Türk filmi dramında bayağı buluyordur, yüksek zümre edebiyatını seven züppe yaratıcı. Ondan ölesiye nefret ediyorum,
(Ford Prefect) Q harfini aldı ve uzaktaki bir şimşirin dibine doğru attı, taş genç bir tavşana çarptı. Tavşan dehşet içinde son hızla kaçtı ve bir tilki tarafından yutuluncaya kadar da hiç durmadı. Kemiklerinden biri tilkinin boğazına takıldı ve tilki, daha sonra leşini sürükleyip uzaklara götüren bir nehrin kenarında öldü. Bunu takip eden haftalarda Ford Prefect gururunu bastırdı ve Golgafrincham’da personel memurluğu görevinde bulunmuş olan bir kızla arkadaşlık kurdu ve kız birdenbire, ölmüş bir tilkinin leşiyle kirlenmiş bir gölcükten içtiği su yüzünden zehirlenip ölünce müthiş üzüldü. Bu hikayeden alınabilecek tek ders Q harfinin katiyen bir şimşir dibine atılmaması gerektiği olabilir. Ama ne yazık ki bazen öyle anlar vardır ki bu kaçınılmaz olur.
Sayfa 370
Vakit öğleni geçmişti. İnsanın yüzüne alev alev vuran yakıcı güneşin etkisi azalmıştı. Rüzgar yoktu lakin evin yanında akan derenin başındaki iğde ağacının yapraklarının hışırtısı ve kokusu insana huzur veriyordu. Bir müddet ağacın gölgesinde oturdu. Kokuyu içine çekti. Sonra yokuş yukarı yürümeye devam etti… Zeynep’in annesi ile birlikte
Anadolu’da bugün bile anlatılan eski bir aşk hikâyesi vardır. Ben bunu birkaç ayrı tasavvuf sohbetinde bambaşka insanlardan dinledim. Derler ki, vaktiyle Siirt Tillo’da bir tekkede mürit, tasavvufa gönül vermiş bir zat yaşarmış. Temiz, saf, güzel gönüllü bir genç adammış. Gel zaman git zaman âşık olmuş. Hem de sırılsıklam. Karşılık da bulmuş.
Reklam
ARA GÜLER 100 YÜZ “100 YÜZ”, Ara Güler’in Türk Edebiyatından 100 edebiyatçının portre fotoğraflarını çektiği ve her edebiyatçının eserlerinden kısa bir örnekle zenginleştirdiği yazar fotoğrafları kitabı. Ara Güler, kitabın arka sayfasında şöyle yazar; “Eğer ben bu insanların fotoğraflarını çekmese idim, Türk Edebiyatı yüzsüz(100 süz)
Sen...başlangıcım benim...Az önce...iyi geceler dedin bana.her gece dediğinde sanki veda ediyormuşsun gibi geliyor.Oturup hemen yazmak istiyorum sana.Yazarsa senden kopmamış oluyorum sanki....................Yaptığım,yaşadığım her şeye anlam kattın.Şimdi dinlediğim şu müzik,içtiğim içki,pencereden seyrettiğim şu şehir...Hepsinde sen varsın.
Sayfa 138Kitabı okudu
Sık sık başı ağrıyordu. Çok ders çalışmasına rağmen "anne çok çalışıyorum fakat unutuyorum" derdi. Bakkala birşeyler almaya gönderdiğimde ne alacağını unutuyordu. Not tutmaya başladı, not tutmasa unutuyorum diyordu. Keşke o zaman farkına varsaydım diye kendimi suçluyorum. Biz çok ders çalıştığı için belki zihni yoruluyor diye
460 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
16 günde okudu
1975 Lübnan iç savaşı sonrası dağılan arkadaşlıklar ve 2001 yılında içlerinden birinin ölümü sonrası farklı ülkelerden eve dönüş yoluna çıkanların hikâyesi. Kitap, başkarakter Adam’ın Fransa’dan ülkesine dönüşünden büyük buluşmaya kadar ki 16 günlük süreyi, geçmiş-dün-bugün arasında hesaplaşmaları, ertelenmişlikleri, pişmanlıkları, keşkeleri
Doğu'dan Uzakta
Doğu'dan UzaktaAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 20185,1bin okunma
Reklam
"Yine saklanmaca oynamak istedim. Bu sefer öyle saklandım ki hiç biriniz bulamadınız beni. Muradım kendimden saklanmaktı, sizden değil. Çok uzaklara gitmiş olsam da, her seferinde kendime sobelenmekten kurtulamadım."
Human (2015) Belgesel imdb.com/title/tt3327994... Arada bir bana insanlığımı, o olmam gereken yerden ne kadar uzaklara savrulduğumu anlatan şeyler okuyup, izlersem etkileniyorum. Yine öyle oldu. Ardında karmaşık, tortular, içeride çökükler bırakan bir şey oluyor. Her neyse. Bir de siz deneyin isterseniz; izleyin belgeseli sonra da konuşulabilir. İçinde insanların bir-iki cümleyle yaşamlarını, kendilerini anlattığı pasajlar var. Biri de Uruguay Devlet Başkanı. Şöyle diyor; "Uruguay'ın başkanı olmam önemli değil. Bu konu üzerinde çok düşündüm. Tek kişilik bir hücrede 10 senemi geçirdim. Yeteri kadar vaktim oldu... Bir kitabın kapağını açmadan 7 yıl geçirdim. Bu bana düşünmek için zaman verdi. Keşfettiğim şey şudur ki: Ya hiç kimseye yük olmadan, az ile yetinip mutlu olursun çünkü mutluluk içindedir, yada hiçbir yere varamazsın. Yoksulluğu savunmuyorum. Sadeliği savunuyorum. Ancak sürekli büyümek isteyen tüketici bir toplum icat ettik. Büyüme olmazsa, bu üzücüdür. Gereksiz ihtiyaçlarla bir israf dağı icat ettik. Sürekli almalısın ve atmalısın. Boşa harcadığımız hayatlarımız aslında. Birşey satın aldığımda, yada siz birşey satın aldığınızda, karşılığında para vermiyorsunuz. Verdiğimiz aslında vaktimizdir. O parayı kazanmak için harcadığımız vakit. Arasındaki fark yaşamı satın alamazsınız. Yaşam akıp gider. Hayatı boşa geçirmek özgürlüğünü kaybetmek korkunç bir şeydir." Gerçek ne kadar acıtıp yürek burkarsa o kadar hayati ve etkileyici.
Ama evet, doğru, sonu ölüm olabilir, ama herkesin hayatının sonu da öyle olacak ve biz de bunu bildiğimiz için bakın ne kadar uzaklara kaçıyoruz.
Sayfa 209 - YKYKitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.