“Hayattan uzaklaştığımız ölçüde gerçeğe yaklaşırız.” der Sokrates ölüme hazırlanırken. “Biz gerçeğe aşık olanlar, hayatta ne için çabalarız? Bedenden ve onun hayatının yol açtığı tüm kötülüklerden kurtulmak için. Öyleyse, ölüm kapımızı çaldığında nasıl mutlu olmayalım ki?”
Sayfa 49 - Ren YayıneviKitabı okudu
Önce ellerini gördüm; nasıl aydınlıktı öyle Yıllardan bir yıl, vakitlerden bir akşam Kovdu çevremden bütün kötülükleri Önce ellerin Önce ellerini gördüm, tuttum, bırakmam Bilmezdim eskiden ben bu şafakları Öğrendim nasıl da güzelmiş yeryüzü
Reklam
“Eğer öyleyse, umutsuzluğunuzu giderecek bir şeyler yapmak beni ne kadar mutlu ederdi!”
51. Eyalet ve Gerçekler (uzun ama buna değer)
Jeffrey'ye bakıp yeniden oturmasını işaret etti. Kendisi de yerine geçti. Profesör, Amerika sizce de bir şekilde yolunu kaybetmedi mi? Atalarımızın dağlara taşlara kazıdığı idealler yozlaştırılmadı mı? Unutturulmadı mı? Değersizleştirilmedi mi?" Jeffrey başıyla onayladı. "Bu görüşte olanların sayısı her geçen gün
Ölüm
Bir taht inşa etmiş kendine Ölüm Uzak batıda yalnız bir şehirde, İyi ve kötü ile en iyi ve en kötünün Sonsuz dinlenmeye çekildiği. Benzemez bizim olan hiçbir şeye Türbeleri, sarayları ve kuleleri (Zamanın ötesinde ürpertisiz kuleler). Yükselen rüzgarların uysalca göklerden bıraktığı, Hüzünlü sular sarar çepeçevre. Kutsal göklerden nur inmez Uzun
Sanki bu sözleri bekliyormuş gibi birdenbire, kendine hakim olamayarak öfkeli bir eda ile bağırdı; – Seninle alay edip, yüzüne karşı kahkahalarla gülerek söylerdi! Kibar bir insan, daha çok kibar bir kadın senin kirli ruhunu görerek tiksinti duyar. Saçlarını yaptırmışsın, en iyisinden çamaşır giyiyorsun, elbiselerini terzide diktirmişsin ama
Sayfa 688Kitabı okudu
Reklam
YEŞİL RENKLİ NAMUS GAZI OPERASI «Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.» Uvertür Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük. * Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte birçok
"Yüreğim bir hain," dedi delikanlı Simyacıya, atlarını biraz dinlendirmek için durduklarında. "Devam etmemi istemiyor." "Ne âla," diye yanıtladı Simyacı. "Bu da yüreğinin diri olduğunu gösteriyor. Şimdiye kadar elde etmeyi başardığın şeyleri bir düşle değiş tokuş etmekten korkması kadar doğal ne
İşte dans edip içiyorum ben de Türküler çağırıyorum gönlümce; Duygusuz bir el Kanadımı kıracak günün birinde. Düşünce yaşamsa Güç ve soluk, Ölümse Düşünceden yoksunluk; Mutlu bir sineğim Ben öyleyse, Yaşasam ne Ölsem ne.
—Peki biz ne kadar mutluyuz?
• ❝ —Öyleyse sana göre kimse mutlu değil, öyle mi? Bazıları mutlu görünüyor ama açıkça bu konu üze­rinde fazla düşünmüyorlar. Diğerleri planlar yapıyor: Bir kocam, yuvam, iki çocuğum, şehir dışında bir evim ola­cak. Bunlara sahip olmak için uğraşırken matadora ba­kan boğa gibiler: İçgüdüsel tepkiler veriyorlar, hedefin nerede olduğu hakkında hiçbir fikirleri yokken aptalca hareket ediyorlar. Araba alıyorlar, bazen bir Ferrari'leri bile oluyor ve yaşamın anlamının bu olduğunu düşünü­yorlar ve asla bunu sorgulamıyorlar. Oysa ruhlarında taşıdıklarını bile bilmedikleri keder, gözlerinden okunu­yor. Sen mutlu musun? ❞ •
Sayfa 51 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Bugünü Yaşama Arzusu
#Schopenhauer *Yazar #Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihal olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve
Rainer Maria Rilke
Birinci Ağıt Kim duyar, ses etsem, beni melekler katından? Onlardan biri beni ansızın bassa bile bağrına, yiterim onun daha güçlü varlığında ben. Güzellik güç dayandığımız Ürkü'nün başlangıcından özge nedir ki; ona bizim böylesine tapınmamız, sessizce hor görüp bizi yok etmediğinden. Her melek ürkünçtür. Kendimi tutar bu yüzden, yutkunurum.
Kimseye uyum sağlamak zorunda değilim. Kimsenin bana göre davranmak için incelik göstermediği gibi bende hiç kimseye göre adımlarımı ayarlayacak değilim. Herkes keyfince ben neden ömrüm yenince! Öfkemi af buyrun ama susamam, insanların bir kısmı kötüdür ve onlari hep görmek zorunda kalırsın. Tam tersi olmasını beklerdik oysa ki değil mi? Neden cevaplarımız dahi yok? Halbu ki ben her zaman kesinim. Sizin neden kesin kararlarınız yok. Sizler de kesin olan durumlara ihtiyacınız var. Aksi takdirde bu belirsizliğiniz beni öldürecek..! Zamanın bize mecbur ettirdikleriyle beraber kendimizi, kendi benliğimizi kaybettik. Ne zaman yok olur bu zaman? Hiçbirimiz bilmiyoruz değil mi?! Tıpkı nefesimizin hangi güne tekabül edeceğini bilmediğimiz gibi...tırnaklarımızı geçirerek yırtındığımız bu dünya hayatı için ne çok şey kaybettik ne çok şey kazandık...neyse ki gerçek dünyanın varolduğunun bilincinde ve fikrindeyiz. Hazır yeri gelmişken şunuda söyleyeyim: İnsanlık, nefsine yenik düşmüşse eğer; bil ki, artık o insan olmaktan çıkmış bir zavallıdan farksızdır. Hayvanlar bile usülünce yaşayıp giderken, biz insanlar hayvanlardan bile aşağılık duruma düşürür olmuşuz kendimizi. Öyleyse söyleyin bana, hanginiz nefsini yerla yeksan edebildi? Ne mutlu ona, galip gelmiş tüm fenalıklara!..
Kısacası, bir şey anlayamıyorum. Diğer insanların acısının doğasını, seviyesini, hiçbir şeyi anlayamıyorum. Belki de onların "praktik" ıstırabı, o yemek yemekle dindirilen türden ıstırab, aslında ıstırabın en aşırı biçimidir; belki de cehennemin en derin katlarındakı işkenceler gibi o kadar korkunç bir ıstıraptır ki benim "bir düzine lanetim" onun yanında önemsiz kalır. Bilmiyorum. Yine de, durum buysa, buna nasıl tahammül ediyorlar? her günü pes etmeden, umutsuzluğa kapılmadan, intihar etmeden, hatta siyaset tartışmaya devam ederek nasıl atlatıyorlar? Bu kadar katı egoist olabilirler mi? İşlerin böyle olması gerektiğinden o kadar eminler ki kendilerinden bir kez bile şüphe duymuyorlar mı? Eğer öyleyse, sanırım katlanmak daha kolay olabilir. Merak ediyorum, insanların böyle olup olmadığını ve onları mutlu eden şeyin bu olup olmadığını merak ediyorum. Bilmiyorum işte... Acaba geceleri rahat uyuyorlar mı, sabah dinç uyanıyorlar mı? Nasıl rüyalar görüyorlar? Yolda yürürken ne düşünüyorlar? Para mı? Eminim tek mesele bu değildir. İnsanlar yemek için yaşıyor sözünü duymuş olsam da para için yaşadıklarına dair bir şey duyduğumu hatırlamıyorum. Hayır. Fakat özellikle söyleyecek olursam... Hayır, bunu da anlayamıyorum. Düşündükçe daha da anlayamaz hale geliyorum ve kendimi, yalnızca benim tamamen farklı olduğum şeklindeki korkunç, rahatsız edici düşüncenin saldırısına uğramış buluyorum. İnsanlarla genelde konuşmam bile. Neyi nasıl söylemem gerektiğini de hiç bilmiyorum.
Resim