Eros, bizi “öteki”ne götüren, ona yönelten bir yoldur. Eros, tekrardan zannedildiği gibi bedenlerin bir araya gelip kaynaşmasına, aralarındaki kopukluğun giderilmesine zemin sağlayan geçici bir oyun değildir; insanı şaşkına çeviren bir uçurumun ortaya çıktığı ve keşfedildiği o andır. Foucault, insanın cinsel ilişkiye girerken bile yalnız, tek başına olduğunu söylerken haklıdır fakat bu bir adım öteye de götürülebilir; insanın mutlak yalnızlığı asıl sevişirken ortaya çıkar. Aşka kapılmış halde sevişirken onun tüm bedeni tek bir şey gibi sözgelimi sadece ‘yüzü’ gibi görünür; ulaşılamayan, tanımlanamayan yüzü halini alır. Sevişmek, tenlerin birbirine sarılmasını, temasını, bir bütün haline gelmeyi engelleyen bütün yasaklar ortadan kalktığı anda bile sanki “öteki” kendini bütünüyle teslim etmiyormuş gibi en yakın olanı aramaktır. İki kişi arasındaki cinsel ilişki, birbiri içinde eriyip kaybolma, ikinin mükemmel uyum içinde ‘bir olma’ arzusuna rağmen, aradaki mesafeyi kaldırmaz fakat tersine bunu doğrular.