"Hangi inanca sahip olursak olalım, evrenin bir parçasıysak, evrende olan, bütünde olan bizde de vardır. Biz de yaratıcıyız. Ne kadar engellenmiş olursa olsun yaratıcılığımız yok olamaz. Yok olan, yaratıcılığımıza olan inancımızdır. Yapmamız gereken bu inancı yeniden kazanmak"
"Saygı" basit davranışlardan ve basit söylemlerden oluşan bir durum değildir. Bu kitapta özellikle "özsevginin, özşefkatin, özdeğerin" bir sonucu olduğunu, bunların doğumla beraber başlayan bir süreç olduğunu görebiliyoruz. Varsayalım ki saygıyı hiç öğrenemedik, varsayalım ki özsevgimizi kazanamadık; insanın içinde olan yaratıcılık, hayal gücü ve arzulama yetisinin gücünü keşfetmekle beraber bu süreci yeniden başlatabiliriz. Unutmayalım ki kendini sevmeyi bilmeyen insan başkasını da sevemez.
Uzun bir seyahatteyseniz, her konaklama yerinde elinizdeki deftere, ya da bilgisayarınıza notlar alarak devam edebilirsiniz, bense çoğu kez, manzaranın ya da tarihi eserin fotoğraflarını çekmeyi bile unuturum :) Fakat o anı sonuna kadar yaşamanın sunduğu konfor, hiç bir kadrajın mercekle buluşmasında yoktur...
Yol arkadaşlarınızla sohbet etmekse,
Bir insanın en büyük hatası başkalarına gereğinden fazla değer vermek değil, kendine yeteri kadar değer vermemektir. Kendinize bolca değer verin, o zaman herkes size değer vermek zorunda kalacaktır.iyi geceler 🌈🌸
"Kendini aşırı sevenlerin yatkın olduğu gibi, pırıl pırıl özbenlik imgesinin üzerine ufacık bir gölge bile düşmesin diye hep sadece "olumlu düşünmek"', uzun vadede çok fazla kuvvete mal olur.
Kendimle dost olmayı istiyorsam, düşünmenin öteki yanını bastırmasam iyi ederim, "Olumsuz düşünmek" hayatın bazı veçhelerine daha iyi uyar pekäla.
Ara sıra kimi durumlarda olumsuz düşünmeye teslim olmak, hayatta karşımıza çıkabilecek olumsuzluklarla iyi baş edebilmeye dönük en iyi önlemdir."
-Wilhelm Schmid, Kendiyle Dost Olmak, İletişim Yayınları, syf: 50-51
Fransız deneme yazarı Michel de Montaigne otuz sekizinci yaş günü olan 28 Şubat 1571'de, hayatında kökten bir değişime gitme kararı aldı. Toplumsal hayattan elini eteğini çekti, büyük malikânesinin arkasındaki kuleye bin kitaplık bir kütüphane kurdu ve yaşamının geri kalanını onu en çok ilgilendiren karmaşık, uçucu ve çok yönlü konu hakkında denemeler yazarak geçirdi. Bu konu, kendisi idi. Vardığı ilk sonuç, insanın kendini bilme arayışının abesle iştigalden öte bir şey olmadığıydı; çünkü sürekli değişim geçiren özbenlik, tanımın önüne geçmeye mahkumdu. Ama bu onu yine de aramaktan alkoyamadı. Sorduğu soru ise yüzyıllar boyunca kulaklarda çınladı:
Que sais-je? (Ne biliyorum)
İşlenmemiş doğal duyguları en çok olan kişiler, her zaman, işlenmiş duyguları en fazla güçlendirilebilir kimselerdir. Kişinin doğal eğilimlerini canlı ve güçlü kılan aynı duygulanım yetenekleri öyle bir kaynaktır ki, en tutkulu erdem sevgisi ile en sert özbenlik denetimi de oradan çıkar.