Günler Aylar Yıllar'ı tek kelimeyle anlat deseniz hiç tereddütsüz umudun romanı derim. Hayatın zorlukları karşısında hep diri kalabilen umudun romanı.
Hikaye Çin'de Balou Sıradağları'nın bulunduğu bölgede geçer. Kuraklığın tüm yıkıcılığı ile baş gösterdiği zamanlardır. Bölgede yaşayan insanlar su ve yiyecek bulabilmek uğruna evlerini, köylerini terk eder giderler. Köyde sadece ihtiyar adam ve kör köpeği kalır.
Bu iki kader ortağı, bir yudum su, biraz tahıl tanesinin peşinde günlerce, gecelerce koşar, en sert ve çetin koşullarla mücadele ederler. Sıçanlar ve kurtlarla girdikleri amansız mücadeleler, hayatta kalmak uğruna yaptıkları yer yer okurken rahatsız edici detaylar içerse de yaşanılan vahim durumu anlamak ve gözünüzde canlandırmak da oldukça başarılı oluyor.
Peki tüm bunlar ne uğruna yapılıyor? Tek bir sap mısır fidesini yeşertmek, büyütmek uğruna, kuraklık sonrası ekecek mısır tohumu bulabilmek uğruna.
Ben kitabı okurken hep aklımda Nazım'ın Yaşamaya Dair şiirinin şu dizeleri dolandı durdu.
"Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından"
Kitabın sonunda ihtiyar adamın inancının gücü karşısında, böyle bir inanca ve yaşama inadına şapka çıkarıyorsunuz.
Özdemir Asaf'ın Umut Yaprakları şiirinde dediği gibi;
"Seninle yeşerdiler, seninle soldular..
Olsunlar senden sonra da umut yaprakları."
Keyifle...