özge

özge
@ozgeb
natura non contristatur
Alice Miller The Truth Will Set You Free kitabında Anne-babamıza öfke duymamız onlardan hâlâ korktuğumuzu gösterir. Hâlâ onlardan korkmamız da yetişkin olamadığımızı." diyor. Öfkenin çocukken yaşadığımız çaresizlikten kaynaklandığını, çıkış yolu bulur bulmaz kaybolacağını ekliyor.
Sayfa 42
Reklam
çocuk asla eksik, kusurlu davranmaz; sanıldığı gibi çocuğun davranışlarını "düzeltmemiz" gerekmez. yapmamız gereken tek şey, çocuğun neden o şekilde davrannaya ihtiyaç duyduğunu bulmaktır.
Sayfa 15
Acı çekmemek için yerinden kımıldamamak gerekir, hiç kımıldamamak, hiçbir de­vinimde bulunmamak, hiç istememek gerekir. Tam bir apati; yani kayıtsızlık. Dünyaya kayıtsız gözlerle bak­mak. Ama kim demiş yaşamın amacı acı çekmemektir diye... Aksine yaşamın esasında acı çekmek vardır. Tıpkı yokluğun varlık karşısında başat olması gibi mutluluk söz konusu olduğunda acı da başattır. Acı esastır, mutlu­luk ise kısa anlarda gerçekleşen bir istisnadır. Zaten bu kadar değerli olmasının nedeni istisna olmasından kay­naklanıyor. Zamanımızda mutluluğa tapılırken, ki mut­luluk tatmin olmakla karıştırılıyor, halbuki mutluluk insanın kendisini kendi dileğince gerçekleştirmesidir, acı aşağılanıyor, tu kaka ediliyor, hasıraltı edilmeye çalışılı­yor. Halbuki acı da mutluluk kadar vardır, hatta dedi­ğim gibi esastır. Acıyla barışmak, onu normalleştirmek gerekiyor. Acı da diğer her türlü duygu gibi yaşamanın bir parçasıdır ve önünde boyun eğilerek kabul edilme­sinden başka bir yol yoktur.
Sayfa 62

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Aşırı-Kültür yaşamlarımızı sa­nallaştırdı. Yaşamlarımızın Gerçeklik’ten kurtulup insan dünyasının gerçekliğiyle yetinmesine neden oldu, insan bu nedenle kendi yapımı olan bu dünyanın içinde giderek kendi gerçekliğini yitirerek bir imgeye dönüştü.
Sayfa 52
Dünya, biz onunla konuşmaya çalışmadığımız sürece, bizimle konuşmaz. Çünkü o bize bakmaz; bizimle ilgilenmez. Bizim onunla konuşmaya ihtiyacımız vardır; onun değil.
Sayfa 34
Reklam
Özgürlük uzaklarda bir yerde bizi bekleyen, ulaşılması gereken, mistik ya da ideal bir şey değildir; o buradadır; hemen yanı başımızda; gerçekleştirilmeyi, özgürbırakılmayı bekliyordur. Bir hülya değil yani. Bana ışık tu-tan kitaplar okumuşumdur; yani benimle konuşan kitaplar. Bunlardan birinde Caudvvell, ‘Özgürlük insan ilişkilerinde saklıdır’ diyordu. Bu cümle beni özgürleştirdi. Özgürlük, ulaşılması gereken soyut bir hedef değil, gündelik yaşamımızın içindedir. Özgür olabilmek için bir başkasının daha bulunması gerekir. Öbür türlüsü bir başınalıktan başka nedir ki? Bir başkasının daha bulunması, özgürlük konusunda da bizi aynı yere getiriyor. Konuşmaya, karşılıklı bir söyleşi inşa etmeye, demek bir Dünya tasarımı kurmaya ve bu tasarım içinde kendimizi özgür kılmaya.
Sayfa 15
Gallup (1998) kendilik farkındalığının yalnızca biz insanlara özgü olduğunu düşünmekle kalmayıp, kültür ve uygarlığı tümüyle bu farkındalığa dayandırmıştır. Gallup işin içine biraz da "romantizm" ekleyerek, "kendilik farkındalığı gibi ayrıcalıklı bir yeti karşılığında ödediğimiz bedelin de ölüm farkındalığı olduğunu'' söylemiştir: "Kendi varlığının farkında olan, bu varlığın bir gün yok olacağının da farkında olmak zorundadır''
Edebiyat tarihi "ayna içinde ayna'', ''yaklaştıkça uzaklaşan" şeyler metaforlarıyla doludur. Bir sayıyı bir sayıya böldükçe sıfıra yaklaşması ama hiçbir zaman sıfır olmaması gibi, sonsuz bir ivmeyle yaklaşıyor olsak bile, bence bilincimizin derinliklerinde ulaşabileceğimiz somut bir zemin, bir sıfır noktası, gı·ound zero yoktur!
Sayfa 234
Beynimizde gerçekten Kartezyen sahne var mıdır? Dennett'e göre yoktur! Kartezyen sahne geleneksel bir yanılgıdır. Ona göre Kartez­yen sahneyi tümüyle bertaraf etmenin tek yolu, tiyatro binasını tümden yerle bir etmektir! içindeki seyirciyle birlikte! Kendi sözleriyle: "Kartezyen düalizmi bertaraf ettiğinizde sahnedeki gösteriyi de, o gösteriyi izleyen seyirciyi de bertaraf etmek zorundasınız; çünkü beyinde ne öyle bir sahne, ne de onu izleyen bir seyirci bulunur; bu­lunsaydı zaten, beynimizden başka bir yerde de bulunamazdı" (Den­nett 1991 : 131).
Sayfa 206
Spitz'e göre uyku, aslında tüm savunmaların şablonu, acı ve ıstırap durumlarında gerçekleşen arkaik bir fizyolojik ve psikolojik geri çekilmedir. Bununla bir­likte, uyanık kalmanın da aynı işleve sahip olup olamayacağını sorabiliriz. Anne-çocuk etkileşimlerinin uyku üzerindeki et­kilerine ilişkin yapılan birçok araştırmada, sorunların ve sür­tüşmelerin sıklıkla derin uyumaya ya da tam tersine, sanki iki durum psişik bir denklemin kutuplarıymış gibi, uykuya dala mamaya veya uyumayı reddetmeye yol açtığı dikkat çeker
Sayfa 144
Reklam
Bu nedenle uyku az ya da çok bir savunma işlevi söz konu­ sudur ve gerçekten de birçok çalışma bize çocukların travma­ tik veya rahatsız edici bir karşılaşma yaşadıktan hemen sonra uykuya daldığını gösterir. Anneleri aniden hastaneye kaldırılan çocuklar, diğerlerine göre daha hızlı uykuya dalmış ve daha uzun süre derin uykuda kalmıştır, tıpkı anestezi uygulanmadan acı verici bir şekilde sünnet edilen çocukların -araştırmacının ağrının daha fazla ağlamaya ve uyanıklığa yol açacağı varsayı­mının tersine- hızla derin uykuya daldıkları gibi. Kontrol gru­buna kıyasla, bu bebeklerin NREM uykusunda büyük bir artış gözlenmiştir.
Sayfa 143
Merleau-Ponty bu hususta bir şeyin farkına varmıştır: Uyumaya hazırlanırken, zaten uyuyormuşuz gibi davranırız ve en önemlisi bu eylem uyuyanla, yani başka biriyle, örtük bir özdeşleşmeyi içerir. Bence vurgu, kendimizi uyuyan olarak tanımlamamızdan, üçüncü bir şahısla özdeşleşmemize kayıyor. Uyuyabilmek için uyuyan başka biri gibi olmalıyız.
Sayfa 130
Coleridge'in dediği gibi, ba­şını yastığa koyduğu anda "düşünceler kendi başlarına buyruk hale gelirler". Bu uykuya dalmamızı engelleyebilir ya da bazen bizi uyandırabilir. Ayrılamadığımız şey, doğrudan düşünceler veya imgeler değildir, bir anlamda onların seslenici boyutudur. Uyku bize artık hitap edilmemesini, düşüncelerin artık bizimle konuşmamasını gerektirir.
Sayfa 128
İnsanın Anlam Arayışı adlı kitabında Auschwitz'de bir gece, başka bir mahkumun uykusunda durmadan etrafta dolandı­ğına tanıklığını anlatır. Frankl onu rahatlatıcı bir hareketle uyandırmaya yeltenir ama sonra "onu sarsmaya hazırlanan eli geri çeker". Bunun bir hata teşkil edeceğini biliyordur: Adamın uyandığında göreceği kampın dehşetinin, bir insan düşleminin yaratabileceği her şeyden daha kötü olduğuna inanır. Adamı kabuslarıyla baş başa bırakır.
Sayfa 119
yenidoğanların yoğun REM aktivitesi, daha çeşitli duyusal deneyimler elde edilmeden önce beynin büyümesini ve plastisitesini teşvik eden, gelişen sinir sistemi için aktivasyon süreci olarak kabul edilir.
Sayfa 96
1.307 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.