"Gördüm ki, “ulus” ya da “devlet” adına hareket eden despotlar kadar, Allah adına hareket eden despotlar da kötüydü."
Sayfa 27 - pdfKitabı okudu
"Bireyi kolektivite içinde eriten bu cahiliye anlayışının modern versiyonlarını da, çağımızın totaliter rejimlerinde ve hatta otoriter ulus-devletlerinde görebilirsiniz."
Sayfa 37 - pdfKitabı okudu
Reklam
"Hz.Muhammed’in yaydığı tutarlı tek-tanrıcılık... yeni bir bireysel sorumluluk yarattı... Tek bir Tanrı varsa ve o Tanrı Yaratıcı ise, onun yarattığı insanlar özel bir onur kazanıyor; her şeyi belirleyen bir kabileler sisteminin objeleri değil, Yaratıcı’larına karşı sorumlu ve hatta O’nun “halife”si olan bireyler oluyorlardı."
Sayfa 39 - pdfKitabı okudu
"Bu dönüşüm, Arap toplumunda kullanılan değer ifadelerine de yansıdı. İslam öncesi cahiliye döneminde, kişinin toplum içindeki konumu neseb ve haseb (soy ve sop) kavramlarıyla ölçülürdü. Haseb kelimesi, kişinin bireysel başarılarına değil, onun atalarına atfedilen başarıların kolektif toplamına işaret etmekteydi. Oysa Kur’an, asıl önemli olanın kişinin erdemi (fazl) olduğunu vurguladı ki, insan bunu ancak kendi eylemleriyle kazanabilirdi."
Sayfa 39 - pdfKitabı okudu
"Fakat bütün bunlara rağmen, İslam hukukunda “haklar” kavramı hiçbir zaman ana bir tema haline gelemedi. İslam hukuku profesörü Muhammed Kemali, bu soruna işaret eder ve Kur’an’ın –hayat, mülkiyet, mahremiyet, adalet, şeref ve kanun önünde eşitlik gibi birçok bireysel hakkı ifade etmesine karşılık, klasik İslam literatürünün “yükümlülükler”e odaklandığını belirtir."
Sayfa 44 - pdfKitabı okudu
"Sözleşmenin bir maddesinde ifade edildiği gibi, “Medine’deki bütün kabileler, başka insanlardan ayrı, tek bir ümmet”ti. Burada kullanılan “ümmet” kelimesi, ilginç bir şekilde, daha sonra yalnızca İslami bir anlam kazandı; nitekim günümüzde Müslümanlar, “ümmet”i sadece Müslüman din kardeşlerini ifade etmek için kullanırlar. Fakat, Medine Sözleşmesi’nde “ümmet”, farklı dinlere mensup olmalarına rağmen ortak menfaatler çerçevesinde siyasi bir topluluk oluşturmuş insanlar demektir."
Sayfa 46 - pdfKitabı okudu
Reklam
"...siyasi güç, tabiatı gereği, birbirine rakip gruplar yaratır. İslam tarihinde bunun tek istisnası, otoritesi bütün Müslümanlarca kabul edilen Hz. Muhammed’in dönemiydi. Onun yetkisi, ilahi bir kaynaktan geliyordu. Ama ondan sonra yetki beşeri düzeye indi ve insanların farklı algıları, çatışan menfaatleri ve ilişkileri sebebiyle siyasi otorite meselesi sorunlu hale geldi. Aslında, ilk halife Hz. Ebu Bekir, yapabileceği en iyi şeyi yaparak, bu konuda dürüst bir ilke koymuştu: “Allah’a ve resulüne itaat ettiğim müddetçe, siz de bana itaat edin. Eğer Allah’a ve resulüne itaat etmezsem, sizin de bana itaat etmeniz gerekmez.”
Sayfa 89 - pdfKitabı okudu
"...Farabi, peygamberin Medine’de kurduğu devlet hariç, yeryüzündeki bütün devletlerin noksan olduğunu belirterek başlıyordu kitabına. Çünkü Medine’de kurulan devlet, doğrudan Allah’ın vahyiyle yönlendiriliyordu. Ancak böylesi bir “teokratik” devlet, peygamberin vefatından sonra artık mümkün olamazdı ve dolayısıyla adil bir devletin insan aklı tarafından oluşturulması gerekiyordu. Dolayısıyla Farabi “toplum devleti” adını verdiği ve yurttaşlarına özgürlük sunan kendi ideal devletini tanımladı. Bu ideal devlet, “insanların yapmak istedikleri şeylerde hür oldukları eşitlikçi bir teşkilat” idi. Üstelik, bu devlette yaşayan insanlar, “daha fazla özgürlük ve fırsat vaat edenlerin liderliğini onaylamaya teşne yurttaşlardı.” Farabi’ye göre, özgürlüğü teşvik eden böyle bir devlet olduğunda, “başka ülkelerden insanlar akın akın buraya göç edeceklerdi.” Ve bu göçler sayesinde, “en ideal türde bir ırki karışım ve kültürel farklılık” ortaya çıkacak, böylece felsefeci ve şair gibi yetenekli bireylerin gelişmesini mümkün kılacak münbit bir zemin oluşacaktı."
Sayfa 102 - pdfKitabı okudu
"Farabi öngörü sahibi bir düşünürdü. Batı’nın önde gelen şarkiyatçılarından Franz Rosenthal, onun hakkında şu tespitte bulunur: Modern bir okuyucu kolaylıkla fark edebilir ki, Müslüman felsefeci Farabi, demokrasinin temellerini doğru bir şekilde tanımlamıştır. Dahası o, bireyin mutluluğu ve gelişimi için siyasi özgürlüğün ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu çok iyi kavramıştır."
Sayfa 103 - pdfKitabı okudu
"Şeriatın bu şekilde katı bir kurallar bütünü haline gelmesi sırasında yaşanan trajik bir süreç, Ortaçağ’daki Doğulu gelenek ve değerlerin, peygambere atfedilmek suretiyle İslamileştirilmesi idi. Kadın haklarında yaşanan gerilemede görüldüğü gibi. Bunu, İslam’a karşı eleştirel tutumlarıyla tanınan Bernard Lewis de teslim ederek şöyle der: “Aslında, Kur’an, kadınlara mülkiyet hakkı ve başka bazı haklar vererek çok önemli bir ilerleme başlatmıştı. Kadınlar, bu sayede, gerek kocaları gerekse sahiplerinin kötü muamelelerine karşı önemli bir korunma kıstasına sahip olmuşlardı... Fakat yine de, zaman içinde kadının konumu istenen düzeye çıkmadı, hatta pek çok açıdan daha kötüye gitti. Çünkü İslam, orijinal mesajının ivmesini kaybetmesiyle birlikte, kendisinden önce var olan tutum ve geleneklerin etkisi altında değişime uğradı.”
Sayfa 118 - pdfKitabı okudu
265 öğeden 161 ile 170 arasındakiler gösteriliyor.