Gerçekte özgürlük, erdemin olduğu kadar mutluluğun da zorunlu bir koşuludur.
Korku kültürüne özgü öfke ve yargılama yaklaşımı, anlama ve sevginin gelişmesini engeller. Sorunlarımızı bilimsel bir gözle görüp değerlendirmek, sevgi yaklaşımıyla çözüm ve hizmet fırsatlarını araştırmak saygı ve sevgi kültürünün tavrıdır.
Reklam
Fransız Devrimi'nden esinlenmiş olan Yeni Osmanlılara ve özellikle Namık Kemal'e göre Avrupa'daki refahı sağlayan şeyler, özgürlük, eşitlik ve "fen"di... ...Namık Kemal inanıyordu ki Avrupalılar da uygarlıklarını bunlara borçluydular. Gidip gördüğü Batı'nın hangi tarihsel, toplumsal ve ekonomik koşullar sonucu refaha ulaştığının pek farkında değildi... ...Namık Kemal, Batı'da teknolojinin ya da başka bir deyişle toplumsal yapının ürettiği ideolojinin bir parçasını alıp İslam ideolojisine yamayarak Osmanlı lmparatorluğu'nun gerileme sorununa bir çözüm getirebileceğine inanıyordu. Elbette ki aydın seçkinlerin yapacağı bir işti bu. Bu bakımdan Yeni Osmanlılarınki de toplumsal bir tabana oturtulmamış bir girişimdi. Ama beri yandan, Tanzimat Batıcılarının halktan kopma ve halka sırt çevirme yanlışına düşmediler. Düşmediler çünkü hem tslam ideolojisinden vazgeçmeksizin Osmanlılıklarını sürdürerek Batı'dan yararlanmaktan yanaydılar, hem de Batı'dan ithal etmek istedikleri aydınlanma felsefesi gereği cehaletle savaşmak için halka yönelmek zorundaydılar. Başarılı olmaları için Türkiye'de kafaların aydınlatılması, halkın eğitilmesi gerekiyordu. Bu anlamda Yeni Osmanlılar halka dönüktü demek yanlış olmaz.
Sayfa 16 - İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2001, İstanbulKitabı okudu
Yeni Osmanlılar (edebiyat akımı) Batı uygarlığının temelini oluşturduğuna inandıkları anayasa ve özgürlük gibi kurumları ve kavramları bir yana iterek Batı'yı yüzeyden taklit eden, dine ve şeriata gereken önemi vermeyen Tanzimat hareketine ve bunu diktatörce yürüten seçkin bürokrasiye bir tepki olarak doğdular... ... Yeni Osmanlılar bu seçkin bürokrasinin diktatörlüğüne karşı savaşıma geçtiler, çünkü onların Batı'dan alınmalarını istedikleri şeyler başkaydı. Tanzimatçıların meşrutiyet kurmak, özgürlük getirmek gibi demokratik yönde bir amaçları yoktu. Batı kurumlarını Türkiye'ye getirirken, Batı'da bu kurumların temelinde yatan düşün dünyasını hesaba katmadan kopya ediyorlardı.
Sayfa 15 - İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2001, İstanbulKitabı okudu
Hatırlama, bir buluşma biçimidir. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ Unutkanlık, bir özgürlük biçimidir.
Tek başına kurduğu özgürlüğü, kimselerin işgal etmesine izin vermez Füruğ. Bu, bütün iktidarlara başkaldıran, özgürlük mücadelesi veren kadının yalnız kalması elbette kaçınılmaz olacaktır.
Sayfa 17
Reklam
Atatürk, bireysel hak ve özgürlüklerinin doğuşuna zemin oluşturan toplumsal-ekonomik sürece pek değinmez, daha çok düşünce süreçlerine vurgu yapar. Allah'ın, dolayısıyla hükümdar ve efendilerin hâkimiyetinin sınırsız olduğu inancının geçerli olduğu bir toplumda, birey için herhangi bir özgürlük ve hak alanı kalmamaktadır. Atatürk'e göre, “doğanın çocuğu olan insan”, “doğanın her şeyden büyük ve her şeyden olduğunu anlayınca, kendisinin büyüklüğünü ve onurunu da anlamaya başlar.” Böylece Atatürk, bireysel özgürlük düşüncesine ulaşmayı, doğaüstü bir varlığın bulunmadığının anlaşılmasını anlaşılmasına anlaşılmasına bağlar. Burada açıkça “Allah'ın büyüklüğü” ile doğanın ve onun bir parçası olan “insanın büyüklüğü” tartışması yapılmaktadır. İnsan özgürlüğü ve onuru, insanın büyüklüğünün kabulüne bağlanmaktadır. Özgürlük isteyen insan, Allah kavramıyla karşı karşıya gelmektedir.
Sayfa 47 - Kaynak Yayınları, 5. BasımKitabı okuyor
Bir aile kurmak, sıradan bir mutluluğa teslim olmak onun için katlanılmayacak olan hayatın ifadesidir. Kelimenin tam anlamıyla özgürlük peşindedir ve daha da önemlisi bunun ağır bedellerini ödemeye de gönüllüdür. Her ne kadar bu bedeller bazen ona ruhsal çöküşler yaşatıp psikiyatri kliniklerinde tedavi görmesine yol açsa da.
Sayfa 16
Atatürk'e göre, insan “doğanın yaratığıdır,... ilk önce, doğa içinde, doğanın kanunlarına, koşullarına, nedenlerine, etkenlerine bağlıdır. Özgürlük, öncelikle doğa ile insan arasındaki ilişkide kendini gösterir. İlkel insan topluluklarındaki doğa korkusu, arkasından “ata korkusu ve nihayet, büyük kabile ve kavimlerde, ata korkusu yerine geçen Allah korkusu, insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız yasaklar yaratmıştır. O kadar ki, kişisel düşünce ve hareket serbestisi gibi bir hak kavramı bilinmemiştir. Cemaatların başına geçebilen adamlar, cemaati Allah namına idare ederlerdi.”
Sayfa 45 - Kaynak Yayınları, 5. BasımKitabı okuyor
Arafat'ın Birleşmiş Milletler'de yaptığı konuşma
Tehditlere aldırış etmeyen Arafat, beklenen tarihte BM'ye gelir. Devlet başkanı gibi karşılandığı Genel Kurul'da belinde tabancası, başında direnişiyle özdeşleşmiş kefiyesiyle yaptığı tarihi konuşmayı "Bugün bir zeytin dalı ve özgürlük savaşçısının silahını taşıyarak geldim. Zeytin dalının elimden düşmesine İzin vermeyin" diyerek bitirir.
Sayfa 226 - Yeni Şafak
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.