Gurur şarabıyla sarhoş olarak varırlar, gelirler. Yücelerin mansıplarını alıp alçaklara verirler. Şarap kadehi gibi el üzerinde tutulacakları kadehteki son yudum gibi yerlere çalarlar. Şarap tortusu gibi aşağılarda bulduklarına şarabın verdiği keyfiyyet gibi baş üzerinde yer gösterirler.
Pek çok defa paşalık, sancak ya da başka mansıp verilen kişi daha saraydan çıkmadan önce ya da yolda görevinden olabiliyordu. Safiye kendisine yapılan “daha büyük teklif” karşılığında mansıpları başkalarına veriyordu.
Mehmet’in saltanatında yaşanan bütün bu iç çatışmaların devrin tarihçileri tarafından kaydedilmemiş olması çok acı. Sarayı ve devleti erkek hegemonyası olarak kabul eden ve yazdıkları tarihin parasını yine devletten alan bu zatların hoşa gitmeyecek bir kadın nüfuzunu kaydetmemesinin sebepleri gün gibi ortada. Ulu padişah imgesinin anne figürünün gölgesinde kalması ve bunun kayda geçmesi dönemin ataerkil zihniyetine sığmayacak bir şey. Osmanlı tarihçileri, tarihlerini gerçekten de kadınlar yokmuş gibi yazmışlardır.
Haseki olarak siyasi kariyerinin görünmez taşlarını cilalayan, valide sultan olarak iki oğlunun naipliğini yapan, Valide-i Muazzama (büyük valide sultan) namıyla da Osmanlı devlet ayakta tutma gücüne sahip olduğuna inanılan bir devlet kadını. Tarihte "Sâhibetü-l makam ümmü'l-mü'minin Valide Sultan hazretleri", “Hazret-i Mahpeyker Sultan dâmet ismetühâ valide-i pâdişâh-ı âlem-penâh" unvanlarıyla anılıp, ölüm onu yakaladıktan sonra ise "Valide-i Maktule" , “Valide-i Şehide" adıyla tarih sayfalarinda yer alan sultan. Avrupa kaynaklarının ise regina (kraliçe), regina madre (ana kraliçe) ve zaman zaman imperatrice (imparatoriçe) unvanlaryla ölümsüzleştirdikleri kadın.
Selim'in yakın çevresindeki Yahudileri kayırması kimsenin gözünden kaçmıyordu. Hatta Selim için "Yahudi'nin oğlu" deniyordu. Elçiler halk arasında padişahın Yahudi Bir babadan geldiğinin söylendiğini yazıyorlardı.