”Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin,
Çünkü Tanrı gözyaşlarını sayar.
Kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı.
Ayaklarından yaratılmadı.
Öyle olsaydı ezilirdi.
Üstün olsun diye başından da yaratılmadı
Ama göğsünden yaratıldı,eşit olsun diye.
Kolun biraz altından,korunsun diye.
Kalp hizasından,sevilsin diye.”
Eski Talmud’dan bir alıntı…
Yalan söylüyorsunuz! Siz de çok iyi bilirsiniz ki bir suçlunun yapacağı en iyi hile,gizlenmeseler de olabilecek şeyleri,olanaklar ölçüsünde gizlememeye çalışmaktır.Size inanmıyorum!
Sayfa 433 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Sosyeteden insanlar her zaman konuşacak bir şeyler bulurlar;bizim gibi orta hallilere,yani düşünen,aydın kişilere gelince ,nedense hep utanırız;bir türlü konuşamayız.
Sayfa 420 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Öyle bazı aşağılamalar vardır ki,insan ne kadar isterse istesin,unutması olanaksızdır.Her şeyin,geçilmesi tehlikeli olan bir sınırı vardır.Bu sınır bir aşıldı mı artık geriye dönüş yoktur.
Sayfa 375 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
ÇOCUK GELİYOR-HAN KANG,166 sayfa
“Yağmur yağacak gibi.
Kendi kendine mırıldanıyorsun.
Gerçekten yağmur yağarsa ne yaparız…”
Yazarın;Vejetaryen ve Beyaz Kitap’tan sonra okuduğum üçüncü kitabı Çocuk Geliyor.Yürek burkan bir kitap.
Kitap gerçek olaylar üzerine yazılmış.Okurken masal gibi bir
Özellikle acımasız olan askerler vardı.
Belgeleri elime ilk alıp okumaya başladığımda en anlam veremediğim şey masum insanları yargının karşısına çıkarmaksızın tekrar tekrar işlenen cinayetlerdi. Ne bir suçluluk duygusu ne bir tereddüt barındıran, güpegündüz uygulanan şiddet. İçlerindeki zalimliği öylece sergileyebilecekleri şekilde erleri cesaretlendirip emir veren komutanlar.
Doğuştan zalim askerler olduğu gibi doğuştan yufka yürekli askerler de vardı.
Kan revan içindeki birini sırtına alarak hastanenin önüne bırakıp hızla oradan uzaklaşan, hava indirme birliğinden bir asker vardı. Ateş emri verildiğinde kurşun insanlara isabet etmesin diye silahını yukarı kaldıran askerler vardı. Vilayet binasının önündeki cesetlerin önünde saf tutup koro halinde askeri marş söylenirken ağzını sımsıkı kapadığı için yabancı basının objektifine yakalanan bir asker vardı.
Onları kurban olarak düşünmekle hata etmiştim. Onlar kurban olmak istemedikleri için orada kalmışlardı. O şehirde yaşanan o on günü düşününce öldüresiye linç edilen adamın var gücüyle gözlerini açmaya çalıştığı an gözümde canlanıyor. Ağzını dolduran kan ve kırılan dişlerini tükürerek açılmayan göz kapaklarını parmaklarıyla zorla kaldırıp karşısındakinin yüzüne baktığı an canlanıyor gözümde. Bir yüzünün, bir sesinin, sanki önceki hayatından kalmış gibi bir haysiyetinin olduğunu hatırladığı o an canlanıyor. "İşte o ânı çiğneyerek katliam geliyor, işkence geliyor, zorla bastırma geliyor. İtip kakıyorlar. Eziyorlar. Yok ediyorlar. Ancak şimdi gözleri açık olduğu sürece, onları gözetlediğimiz sürece sonuna kadar bizler...
Artık beni elimden tutup götürmeni diliyorum. Beni aydınlık tarafa, ışığın parladığı tarafa, çiçeklerin açtığı tarafa çekerek götürmeni diliyorum.
Fakat ölümün ardındaki dünyayı ben bilmiyordum.Orada insanlar buluşup ayrılıyor mu,bir yüzleri,bir sesleri var mı,mutluluk ya da hüzün hissediyorlar mı bilmiyorum.