''Dışımızda aradığımız mucizeler içimizdedir aslında: Koskoca Afrika sığar içimize ve harikaları da; bizler o cüretkar ve maceracı unsuruyuz tabiatın, onu inceleyenin idrak ettiğini bir çırpıda, diğerleri kavrayamaz ebediyen kafa yorsa da.''
İngilizcede felaket anlamına gelen disaster sözcüğünün kökeni "dağılan
parçalanan yıldız" (dis-a-star) anlamına gelir. Bir beyin cerrahı teşhisini açıklarken, hastanın gözlerinde beliren bakışı herhalde hiçbir şey bundan daha iyi betimleyemez.
Hastalar haberi duyduklarında genellikle sessizliğe gömülür.( İngilizcede "hasta" anlamına gelen patient sözcüğünün aynı zamanda, "zorluklara sessizce göğüs geren, sabırlı kişi" anlamına gelmesi belki de bu yüzdendir.)
Edebiyat sadece başka yaşamları, başka deneyimleri gözler önüne sermekle kalmıyor, bana göre manevi düşünce dünyası için de en zengin malzemeleri teşkil ediyordu.
Yaşamaya değer bulduğumuz şeyler, her nedense, buna değmedikleri halde hayata tutunmak için yüceltilmiş şeylerdir. Yüceltildikleri için de, insana hep düş kırıklıkları yaşatırlar. Uğruna yaşanılan aileler dağılır. Uğruna saçların süpürge edildiği evlatlar gün gelir anasını babasını tanımaz hale gelir. Umut bağlanan her bahar, solgun bir çiçek olarak bile kalmadan toprağın altına gömülür gider. Yaşamaya değer bulunan sevgilere karşılık alınmaz. Insan, elinde tutmaya çalıştığı, onunla hayata tutunmaya uğraştığı; yaşama bağlanmak için, yaşamı sevebilmek için yücelttiği her şeyi gün gelir, kaybeder. Her şey elinden çıkar. Sonuç, yokluktur. İnsan hiçbir şeyin kendisine yarar sağlayamayacağını anladığında, yaşamaya değer bulduğu şeylerin buna değmediğini gördüğünde ya da bel bağladığı şeylerden karşılık alamadığında, sonuç düş kırıklığıdır, dünya dolusu bir hüzündür. İnsan anlar ki dünyevi hiçbir neden yaşamaya değmez.