Yeraltı edebiyatı diye adlandırılan bir tür varsa eğer (ki yokmuş, aslen Transgresyonel Kurgu olan tür ülkemizde Ayrıntı Yayınevinin çıkardığı seriyle özdeşleşmiş selpakvari) “Gecenin Sonuna Yolculuk” anladığım kadarıyla bunun ilk örneklerinden biri. 1932’de Fransız okurunun karşısına çıktığında arada bazı bet sesler çıksa da, büyük bir kesim
“Sussam gönül razı değil, konuşsam tesiri yok” diyen kim ise ne doğru ne esaslı bir söz etmiş meğerse...
Yıllarca insanların hayatlarını zehir ettikleri, kumpas/kurgu olduğu mahkemece de teyit edilen davadan geriye binlerce sayfalık dava dosyaları, sahte deliller, yıllarca haksız hukuksuz bir şekilde özgürlüklerinden yoksun bırakılan mağdurlar,
Son dönem Türk Edebiyatının en başarılı romanı olduğunu çok rahat söyleyebilirim İstanbul İstanbul için. Kitapta edebiyata ve yaşamaya dair her şey var. Bu kadar çok şeyi sadece iki yüz küsurlu sayfada bu kadar etkili bir biçimde biz okuyuculara sunmayı başardığı için Burhan Sönmez’in önünde eğilip, elini öpüp başıma koymak istiyorum.
İNSAN VE
~~~Zemberekkuşu. En azından bu, benim için öngörülebilecek tek yeni isim. Zemberekkuşu gerçekten var. ...
Neye benzediğini bilmiyorum, Hiç görmedim. Onun hakkında bildiğim tek şey, ötüşü: ki kii kiii! 1ağaç dalına konuyor ve düzenli olarak dünyanın zembereğini kuruyor. O olmasa dünya işleyemeyecek. Kimse bilmiyor bunu. Dünyadaki insanlar
Ey düşlerin mavi dönemi
Temiz soluğum
Kitaplardan alıp alıp dünyalar kurduğum
Henüz iğdiş edilmemiş düşünce
Gün günden koptuğum anılar
-Giderek suçluluk duygusuna dönüşen-
Ne kadar uzaklaştım sizden...
Paranın ve korkunun aynalarında
Parçalanan yüzüm
Bir zamanlar anlamıyla övündüğüm
Umut vermiyor artık görüntün
Yitirmiş eski dirimini
Artık güzel değilsin..
Bir kitabı okumak insana ne kadar zor gelebilir ki?
Çok zor geldi!
Boğazımda düğümler yapa yapa okudum.
Savaş değildi yazılan şey, tam anlamıyla katliamdı.
Yugoslavya adıyla bir bütünken devletler, kirli emeller karıştı kardeşlik duygularına. Komşu olanlar düşman oldu, kardeş olanlarsa ayrı düştü. Devletler savaşıydı belki ama olan yine her zamanki gibi mazluma oldu.
Tarih içinde savaşın olmadığı bir dönemi görmedik ve sanırım göremeyeceğiz. İçinde değilken bile bizi bu kadar etkileyen olay, yaşayanları nelere sürükledi kim bilir.
Aklım almıyor... İnsan olan buna nasıl sebep olur, insan olan bunu nasıl yapar, insan olan buna nasıl göz yumar... Tecavüz edilen kadınlar, karnı yarılarak dışarı çıkarılan organlar, sıraya girip kurşuna dizilenler... Yazıyorum ki unutmayalım, yazıyorum ki unutturmayalım. Tarih gurur duyulacak savaş kahramanlıklarından ibaret değil, devlet olma hırsından doğan katliamların da sahnesi...
Kitabın bu gerçekleri sunması dışında hikaye kısmı Nimeta adındaki bir gazetecinin hayatını ele almasından oluşuyor. Parçalanan ailesine ulaşmak için yaşadığı zorlukları, daha dün komşum dediği kişilerin yüz çevirmesini hayret ve korkuyla tasvir ediyor. Tüm bu hesaplaşmalar ise acıdan başka bir şey getirmiyor.
Kim bilebilir di ki mavi bir kelebek bir dala konacak ve o dalın yeşerdiği toprak içinde neler barındıracak. Saklanan onca cenazeyi toprak kabul etmiş etmesine ama, o bile değişmiş içinde barındırdığı insanlardan ötürü... İnsanlığımdan utanıyorum! Mayasında iyilik, ruhunda ilahi bir değer taşıyan bu varlık alemi nasıl oluyor da böylesine vahşi olabiliyor?
Aklım almıyor... Utanıyorum!!!
Arka kapaktan:
Bir gece aniden yola fırlayan bir geyik, korkunç bir trafik kazası, kazada ölen bir sevgili, yok olan bir yüz, uçup giden hayaller, yalnız düşünerek geçirilen yıllar ve aşkla, cinsellikle, edebiyatla yeniden yepyeni bir hayat...
Sel Yayınları tarafından yayımlanan " Almodovar Teoremi" yazara İspanya' da 2008 yılında en