"İnsanlar cehennem azabından korkmadan iyi olabildiklerinde, daha üst düzeyde bir uygarlığın ilk adımı atılmış olacaktır."
"Ben böyleyim işte. Kafamda sürekli sorular soran biri var. Yanıt bulana kadar susmuyor."
Reklam
"Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım."
Oysa insanın dinden, bilimden, sanattan, felsefeden etkilenerek olumlu yönde değişmesi içi boş, pembe bîr düşten başka bir şey değildir. İnsanı asıl etkileyen ne din, ne sanat, ne bilimdir. İnsanı asıl etkileyen olgu, Ölümdür.
"İnsanoğlu yalnızca çağımızda değil, varoluşundan beri kan dökmekten, ötekine acı çektirmekten zevk alan, iflah olmaz bir zalimdi."
Yağmur yağmadığı için, toprak buluttan vazgeçebilir mi?
Reklam
'"Deli adam' dediysek, 'kötü adam' demedik. Asıl akıllıdan korkmak lazım. Deli dedikleri kişi, hırsızların, uğursuzların kuşatmasında bunalmış kişidir. Zavallının aklını kaçırmaktan başka çaresi kalmamıştır. Onun öfkesi adama zarar vermez. Verse verse kendine verir."
"Haklı olabilirsin ama" dedi, "binlerce yıllık ilkel bir düşünüş biçiminin yarattığı bir alışkanlık olsa da, saçma sapan bir yanılsama sayılsa da, insana mutluluktan çok acı verse de aşksız geçmiş bir ömür bence fakir bir yaşamdır."
Boş yere yuvalarını yıkan akılsızlar
Aşk ulaşamayacağın birini abartarak, onun kafandaki ideal kişi olduğunu sanarak, tutkuyla bağlanmaktır. Aradaki engeller ne kadar artarsa bu yanılsama o kadar tutkulu olacaktır.
Gerçek aşk değilse böyle tanımlanabilir.
Aşkın nasıl yakıcı, nasıl vazgeçilmez, insanı mutluluktan çıldırtan bir duygu olduğunu bilmez değilim. Ama aşk kışın açan bir güneşe benzer ya da yazın sıcağında ansızın dökülüveren tatlı sağanağa. Ne kadar delice bir güzelliğe, yaşamı soluk soluğa yaşatan bir tutkuya sahip olsa da geçicidir. Nasıl ki kışın açan güneşin ömrü kısacıksa, nasıl ki yazın yağan sağanak toprağı bile doğru dürüst ıslatmadan kesiliverirse, aşk da birdenbire bitiverir.
Reklam
Hani, 'İnsan bir benzerini arar' derler ya. Yani birçok konuda anlaşabileceğiniz, yanında huzur bulabileceğiniz, sevginizin hiç eksilmeyeceği biri."
"Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım. Tanrıların korkak haline getirdiği bir alçak. Alçakların en acınacak olanı, en tiksinti vereni. Yüreğini dalkavukluk, aklını düşmanlıkla besleyen sinsi bir saray yazmanı. Bedenine sinmiş soylu nefretini, görkemli giysilerin yüzündeki derin acıyı, tunçtan daha katı bir mutluluk maskesinin ardına gizleyerek Hatti kralının emrine koşan ikiyüzlü bir tören adamı. Sevdiği kadın, aşkı uğruna ölürken, kralına bağlılığın vakarıyla ellerini göğsünde kavuşturarak sessiz kalmayı seçen, yeryüzünün en onursuz erkeği. Erkeklerin yüz karası. Aşkı için ölmenin yüceliği yerine, sarayın taş duvarlarında büyüyen kendi değersiz varlığının görkemli gölgesine sığınmaktan çekinmeyen, sefihlerin en rezili. Ben ölüler içinde yüzen, ben, tanrılar tarafından alnına, 'Sonsuza kadar acılar içinde kıvranacaktır,' yazılan Saray Başyazmanı Patasana."
Umarım okuduklarını anlayacak, anladıklarından ders çıkaracak kadar akıllısındır.Ve umarım okuduklarını başkalarına anlatırsın, onlar da ötekilere.Umarım benim kara yazım kulaktan kulağa fısıldanır...
Yüreğimin yap dediğini aklım yapma der. aklımın soylu bulduğu yüreğimce dalkavukluktur; yüreğimin doğru bulduğuysa aklıma suç. bir yanım bahar rüzgarı gibi uçarı, tez canlıdır, öteki yanım kış soğuğu gibi katı, ağır kanlıdır. bir yanım içimden gelen seslere kulak verir, öteki yanım bildiklerime.
Aşk, kışın açan bir güneşe benzer ya da yazın sıcağında ansızın dökülüveren tatlı sağanağa. ne kadar delice bir güzelliğe,yaşamı soluk soluğa yaşatan bir tutkuya sahip olsa da geçicidir. nasıl ki kışın açan güneşin ömrü kısacıksa, nasıl ki yazın yağan sağanak toprağı bile doğru dürüst ıslatmadan kesiliverirse, aşk da birdenbire bitiverir.
Resim