“Sabahları erken kalkarım Serginho’nun evinin bahçesine uğruyorum. Bahçe kapısı kilitli değilse çabucak girip bir çiçek çalıyorum. Zaten orada o kadar çok çiçek var ki eksikliği fark edilmiyor.”
“Olabilir. Ama bu yaptığın doğru değil. Bir daha sakın böyle bir şey yapma. Hırsızlık olmasa da küçük bir ‘aşırma’ sayılır.”
“Hiç de değil, Dona Cecília. Dünya Tanrı’nın değil mi? Dünyadaki her şey Tanrı’nın değil mi? Öyleyse çiçekler de Tanrı’nın...”
Kurduğum mantık karşısında şaşırıp kalkıştı.
“Başka türlü çiçek getirmezdim, öğretmenim. Evimizde çiçek bahçesi yok. Çiçek pahalı bir şey... Masanızdaki bardağın sürekli boş kalmasını istemedim.”
Zorlukla yutkundu.
“Arada sırada bana seyyar satıcıdan kremalı çörek almam için para vermiyor musunuz?”
“Her gün vermek isterdim. Ama hemen ortadan kayboluyorsun...”
“Her gün kabul edemem...”
“Neden?”
“Sınıfta beslenme saati için yiyecek getirmeyen başka fakir çocuklar da olduğundan.”
Çantasından mendilini çıkarıp belli etmeden gözlerini sildi.
“Corujinha’yı bilmiyor musunuz?”
“Corujinha kim?”
“Hani zenci bir kız, benim boyumda, annesi saçlarını bir sürü küçük topuz yapıp iple bağlar.”
“Anladım. Dorotília’yı diyorsun.”
“İşte o, efendim. Dorotília benden daha fakir. Öbür kızlar onunla oynamak istemiyorlar, çünkü hem zenci hem aşırı fakir. Bu yüzden hep herkesten ayrı duruyor. Verdiğiniz parayla aldığım çöreği onunla paylaşıyorum.”
Bu kez mendili uzun süre burnundan ayırmadı.
“Bazen parayı benim yerime ona verebilirsiniz. Annesi çamaşırcılık yapıyor ve on bir çocuğu var. Hepsi küçük. Anneannem Dindinha yardım için onlara her cumartesi biraz kuru fasulye ve pilav veriyor. Ben de çöreğimi paylaşıyorum., çünkü annem bize, fakir olsak da elimizdekini bizden yoksullarla paylaşmamızı öğretti.”
Gözyaşları öğretmenimin yanaklarından süzülmeye başladı.
“Sizi ağlatmak istemezdim. Söz veriyorum, bir daha çiçek çalmayacağım ve daha da çalışkan bir öğrenci olacağım.”
“Ondan değil, Zeze. Gel bakayım.”
Ellerimi elleri arasına aldı.
“Bana bir söz vereceksin, çünkü yumuşacık bir yüreğin var Zeze.”
“Söz veririm ama sizi kandırmayı istemem. Benim yüreğim yumuşacık değil. Evde yaptıklarımı bilmediğiniz için böyle diyorsunuz.”
“Önemi yok. Benim gözümde öylesin. Artık bana çiçek getirmeni istemiyorum. Ancak başka biri sana verdiyse olabilir. Söz veriyor musun?”
“Evet efendim. Söz. Peki ya bardak? Hep boş mu kalacak?”
“Bu bardak asla boş kalmayacak. Ona her baktığımda dünyanın en güzel çiçeğini göreceğim. Bana bu çiçeği en iyi öğrencimin verdiğini düşüneceğim. Tamam mı?”
Artık gülüyordu. Ellerimi bıraktı ve tatlılıkla konuştu.
“Altın gidebilirsin, altın yürekli çocuk...”